Bir şeyleri yapmamak için, hep bir sebebi mazeretimiz var.
Yola çıkmak için mesela! Yol ki biliyorsunuz, yürü denmiştir insanoğluna, durma.
Fakat ya halledecek bir işimiz vardır. Ya da mühim mesuliyetler.
Ayetlerimizi yere göğe astık bakıp öğrenesiniz diye seslenen bir kitap bile artık dar akademilerde anlaşılmasın diye konuşulmakta.
Safiyâne iç dökmelere izin yok.
Bir konuda konuşmak için barikatlar, mayınlar hiç bitmiyor. Ancak hepsini aşarsan, yoksa sus, bizi meşgul etme!
Esip gürlüyor ruhbanizm. Defanstadır kendileri. Bütün barikatları o kurmuş, bütün hendekleri o kazmıştır çünkü. Her şeyi bir o biliyor, işin 'Azmanı' o...
Uzmanlar bir tür ruhban sınıfıdır fikrimce. Ayinlerinde aralarında top çevirmeleri galatı meşhurdur.
Bir değil bir sürü ruhban takımına sahibiz üstelik. Meslek odaları, doktorlar ve ilahiyat en öndekiler.
Felsefe, zaten homur homur homurdanan bir prof'lar cenneti.
Kültür: Ödüller, törenler filan. Bir latife belki.
Bunları konuşmak, bir muhasebeye iştirak etmek ne mümkün?
Aman şimdi sus! Daha ilerde, güzel günlerde...
Fikri ferahlamalardan mahrum, kırık dökük yaşıyoruz. Hep aynı slogan: Zamanı mı şimdi yani?
Sol-sağ kavramları bitti, yerlere düştü, ama hâlâ ortak bir lisan kuramadık.
İhtimâl mi, olasılık mı?
Oralarda dolaşıyoruz. Bir de şu harflere şapka meselesi. Muammanın en gıcık hâli.
Müslüman olmayan toplumlara karşı da mesafeliyiz. Çünkü lisan dar olunca, zâviye de dar oluyor.
İyi ki seçtiğimiz siyasal beyinde farklı açılımlar var.
Ve iyi ki Maduro var! O da olmasa, kendi kuyumuza tam kapanacağız.
Gelin dile bakalım. Dile, milli kimliği kimlik yapan şeye. Türkçede ne haldeyiz?
Bir zamanlar münevverler 12 bin kelimeyle konuşurken, Nobel adayı bir yazar 2 bin 700 kelimeyle yazıyormuş! Tehlikeli bir durum.
Bunları konuşamıyoruz. Hep bir mazeret.
Diğer taraftan muhafazakâr makalelere bakıyoruz, Türkçeye yerleşmiş -öz- her kelimeye karşılar.
Donanımlı bir yazar geçen gün 'eylem' lafına takmıştı. Neymiş, Başkan niye eylem demiş?
Bizi birleştiren kuvvet Türkçe, ama hangi Türkçe? Bana sorarsanız her türlü Türkçe. Osmanlı Türkçesiyle Yunus Türkçesi, Arap-Farisi rüzigarlar ve de dünya dillerinden yerlileşmiş kelimeler. Hattızatında hiç dudak bükmeden, sokak argosu:
Şehirlerin, halkın, kıyıların dili.
İnternet ortamında gençliğin bulduğu kelimelere sağır olmak derseniz kusura bakmayın ama; bir başka bunama hali. Ne zaman üstüne düşeceğiz çağımızın? Sanal bir âleme girdik, orayı tanımalı, dilimizi kurmalı, çıkışı bulmalıyız...
Şairleri, bestecileri, düşünürleri, siyasi liderleri, kabile davranışlarını bıraktıkları için suçluyoruz. Linç bir refleks: Bir tivitlik canın var!
Hâlbuki Türkçe denen o asude vadinin gölgesinde, aynı mümbit arazinin insanlarıyız.
Tartışmaktan, fikirleri piyasaya sürmekten kaçınmamalıyız. Bir toplum konuşur ve oradan arazileri aşan Büyük Anadolu Ruhu çıkar, bunu seziyoruz...