Sıraselviler Caddesi'nden cebimizde Edip Cansever Tophane'ye akardık. Kadiri Dergâhı'nın, o paralel evrenin, o geniş Çifte Vav'ın önünden, beynimiz örtülü, akşamdan kalma bir ıstırap olarak geçerdik.
Cihangir diyorum, gençliğimiz. Şaşkınlık dininin kara bayrakları içimize akardı...
Şimdi orada, Cihangir'de, denize inen yokuşlardan birindeki bahçe katında bir mobilya ustası oturur. Köpeği Benekli, kedisi Çıtçıt ve çiçekleriyle...
Cihangir deyince ben seksenleri hatırlarım. Sakalımda güvercinler, göğsümde postal izi, kafamda felsefe yelleri.
Kara bulutlar şehrin üstüne çöreklenmiş otururdu. Güneş diye bir şey olduğu, parladığı rivayet edilirdi. "Hava açacak mı acaba?" Açmazdı. Puslu bir alçak basınçta yaşardık.
İstanbul, Cihangir'de bohem takılır, Fındıklı'da resim yapardı. Dünyayla derdi olan tek kanatlı kuşlar oraya kaçardı.
Cuntalar ülkeyi kalp ağrılarına bularken, şans eseri kurtulanlar küf kokulu odalarında sabahlardı.
Para yoktu, iş yoktu, umut kesattı. Savrulmuş yoksul gençlerin gözünde parlayan 'bir ihtimal' olmasaydı, intihar bir iklim değişikliği olarak sağanak halinde yağardı.
Yeşilçam biraz yukardaydı. İstiklal çer çöpten bir Levanten, yıkıla döküle meyhanelere hesap takardı.
Henüz Amerikan kafeleri yoktu. Lüks barlarda göz süzen Jaleler tezahür etmemişti. Çantalarda kitaplar, çantalarda hep Batıcıl bir aşağılık duygusu, köşede Kürt böreği. Daracık alanda, sinema projeleri, roman şeyleri. Mecburiyetten musallat olunan aydınların masasında aç mideye indirilen patates kızartması.
İki kadehten sonra ağır solcu abilerin belermiş gözlerinden kız arkadaşlarımıza püsküren vicdansızlık, yarı-aydınların riyası akardı masa altlarına. Ne kadar yıkarsan yıka çıkmaz, avuçlarımızda yapış yapış bir hayal kırıklığı.
Bal gülüşlü kızlar böyle böyle 'Bipolar' oldu, nefret doldu. Büyük büyük şirketlere yönetici olup hafta sonu plastik çimenlere pikniğe giden ciplerinin yedek lastiğine CHE çıkarması yapıştıran tipler işte böyle türedi.
Edebiyat-sanat-estetik hüsran olunca Cihangir milleti, halkı 'kapıcı' diye aşağılayan televizyon yazarı hanımların dizilerine figüran yazıldı. Biriktirdiği arabalarıyla kibirlenen bel-altı komedyenlerin zekâsıyla öğündü.
Her şey tam da böyle çürüdü...