Baba ticaret erbabıydı. İyi para kazanmış, ailesini o zamanın İstanbul'unda müreffeh bir evde oturtuyordu. Yazlıkları, arabaları, gayrimenkul yatırımları vardı. Üç kızı olmuştu, üstlerine titriyordu. Karısı pek latif bir hanımdı. Üç çocuğa rağmen güzelliği konuşulurdu.
Muasır, laik ve popüler bir hayatları vardı.
Her şey bir Yeşilçam filminin kalıplarında adeta pembe dizide geçiyor, pek Avrupai, ecnebi bir ütopyanın gülleri saçılıyordu etrafa.
Güzel okullar, kolejler filan. Derken bir gün film koptu!
Kızlar yakışıklı bir arkadaşları sayesinde Adnan Hoca ile tanıştılar. Tophanede tadilatı bitmeyen bir camide buluşuyorlardı. Kapıda renkli çarşaflara bürünüyorlar, orada kendi imamlarının arkasında namaz kılıyor, sonra eğitim(?) görüyorlardı. Bebek'teki ev, Caddebostan'daki bir başka ev filan derken iyice kapana girdiler.
Dünyadan, köklerinden habersiz çocuklardı. Şık evlerde, kendi alıştıkları lüks muhitlerde, yalan dolan hurafeleri din diye öğreniyor, bir tür çıkış yolu arıyorlardı.
Yeme-içme-moda-cinsellikle dolu aldatmaca bir hayattan çıkmak isterken başka bir tuzak üstlerine kapandı! Etraflarında yol gösteren kimse yoktu.
Televizyonlarda irtica haberleri dönüyor, Müslümanlar öcü gösteriliyor, öte yandan kendine dindar diyen kişiler o gençlere ulaşacak bir dile asla sahip olamıyordu.
Kadim bilgeliğin yaşam alanları kısıtlanmış, büyük medeniyet bilincinin bilgeleri yok sayılmıştı.
Kemalist tek biçimciler, Batıcı ideallerini topluma yaydıklarını sanırken şehirli kuşakların gençleri bir soytarının elinde oyuncak oluyordu.
***
Kızlar önce ailelerini aşağıladılar. Sonra alicengiz oyunuyla malı mülkü örgütlerine geçirdiler. Arkasından ailenin birikmiş paralarını çalıp götürdüler, ana babalarını beş parasız bıraktılar.
İçlerinden biri ayılıp eve döndü ama nafile! Onu da öyle özel hallerle tehdit ettiler ki kız uzun yıllar konuşamadı. Öyle korkmuştu.
Baba, nerede yanlış yaptım diye kendini yerlere vurdu. Çok geçmeden de kalp krizi geçirip öldü. Anne hastalandı, şizofrenik bir azapla yaşlandı.
O 'kurtulan' kıza gelince...
Yaşadığı sert travma, sokaklarda gördüğümüz kindar, İslamofobik paniğe dönüştü. Gezici oldu, şu oldu, bu oldu. Yaşadığı büyük kırılmayı aşamadı, kayboldu.
***
Anlattığım tekil olay 90'larda cereyan etti. İzleri 2000'lerde de katlanarak sürdü. Bugün söz konusu yılansı yapı geride; kaba materyalist cumhuriyetin kâbusundan uyanmak umuduyla ona doğru koşan şaşkın çocukların zombi enkazını bıraktı.
Aileleri, çoluk çocuğu dipsiz kuyulara atmadan önce, "Kedicikler, seks" filan diyerek kendi sakilliğimizi faş etmek yerine, nerede hata yaptık diye sormalı insan kendine.
Aynı örgüt sonradan çarşafları attı. Kasetlerle, şantajla, rüşvetle, bilmediğimiz kim bilir nelerle bir kepazelik imparatorluğu kurdu.
Yani bu topraklarda
FETÖ'yü yaratan mümbit şartlar, Adnancılar için de geçerliydi.
Eğer hala radikal, protez bir batılılaşmaya maruz kalıp beyni dağılmış, istismara açık kuşakları göremiyorsak yazık bize, onu demek isterim.
Tek biçimci bir devlet ideolojisiyle ulaştığımız nokta budur. Manevi bunalımdan yemlenen, cahil, kötü niyetli, kâh Atatürkçü kâh başka bir şeyci olan uyduruk vaizler o ideolojinin yan ürünü, tümörüdür.
Maneviyat, ekmekten daha büyük bir ihtiyaç desem birileri yanlış anlar yine.
En iyisi şöyle demeliyim: Fikri hür bireylerin manevi eğilimlerini doyurmak Yeni
Türkiye'nin 'Güncellenmesi' gereken bir vazifesi.
Bu arada Adnancıların sosyal medyada en çok küfür ettiği zatın Mevlana Celâleddin Rumi olduğunu da hatırlatalım.
Devlet karanlıklara demokratik denetimini yöneltti, kötülük hareketlerinin üstüne gidiyor diye heveslenip yaşadığımız sosyal trajediyi gizleyen bir dil kullanmak da büyük hata.
Atıp tutmakla hallolmayacak, eski Türkiye'nin kanserleri var bu hayatta...