Öyle bir kızdı ki, bakan bir daha bakardı!
Kadife gibi bir sesi vardı. Gözlerinde isyan ateşleri yanardı.
Anadolu'dan çıkmıştı yola. Saçları kestaneden bir çağlayan gibi akardı omuzlarına.
Duygusal zamanlardı. Heyecan gençliğin bayrağıydı. Para yoktu, herkes fakirdi. Bir avuç yılan vardı, başı ezilmeliydi. Batsın bu dünya şarkısı söylenmiş, sokaklar sahipsiz ve romantik çocuklarla şenlenmişti...
Zarif, can yakıcı bir filiz gibiydi amma kuvvetliydi kız! Dolanırdı şehrin tehlikeli sokaklarında. Sağlı sollu bir vatan sevgisi, bir mahalle dayanışması, çocuksu, mesnetsiz bir ütopya. Süet botlarıyla.
Bir keresinde, o yüzyılın revaçta bir kültür-fizik hareketi olan 'duvarlara afiş yapıştırma' sırasında polis baskını olunca, çaktırmamak için yanındaki sivilceli oğlanın koluna sevgili gibi girmişti de! Kalbi yerinden çıkacak gibi olmuştu oğlanın.
Sonra gidip arkadaşlık teklif etmişti oğlan. Kız, "Kusura bakma hazır değilim bu işlere" demişti de... "Aramızdaki çelişkiler halk arasındaki çelişkiler, eleştiri, özeleştiriyle çözülür arkadaşım" şeklinde kekeleyerek bir çuval inciri b...k etmişti çocuk. "Hadi ya!" diye gülmüştü kız ona.
Ortamlarda darbımesel olmuş, çok dalga geçilmişti bununla...
Ama mesele bir yalan uğruna ülkenin bütün idealist yıkımlarında, şapşal bir nostalji yapmak değil burada. Mesele evin içi, konu mühim: Bâdemâ kaç nesil gençlik satranç tahtasında harcanmış, kaç kuşak heder edilmişti?
Orası bilinmiyordu...
***
O şimdi olgun bir kadın! Dal gibi kızı diyorum, Eylül'den bahsediyorum. Netameli bir hastalığı yenmenin savaşında. Bir zehri atmaya çalışıyor, bir antioksidan arafında. Bir eski tüfek, ilerleyen yaşlarda...
Kafası karışık tabii!
"Uğruna ömür tükettiği bir sürü şeyi" Müslümanlar yaptı diye...
Erdoğan'ın Che sakalları yok diye...
Kapitalizmin, pozitivizmin, o görkemli riyakârlığın en hakiki karşıtı, bir irfan hareketi olarak İslam, gerçek kelimeleriyle onun gönlüne taht kuramadı diye...
Mesaj postada gecikti diye, telekomünikasyonda bir problem var diye, belki de!
Yeni nesil Amerikan solculuğunun topu patlamışken, Marksist materyalizmin faiz dışında bütün iddiaları fos çıkmışken. Birtakım İslamofobikler 'Kemalist anarşizm' mi, 'Batıcıl konformizm' mi ne onun kılığına girmişken. Diğer takım, içi boş narsist ihtiyarlar; dışarda Ortadoğu halklarının yeminli düşmanlarına çocuklarını asker ederken, içerde sille üstüne sille yerken...
Iskarta bir örgüt sınırların dışına atılmayı beklerken...
FETÖ gibi bir NATO darbesi -olacak şey mi- halkın elleriyle bertaraf edilmişken...
Hem halkçı olup hem halkın dinine imanına düşman olmak ancak psikiyatri kliniklerinde bir şey ifade ederken...
Aklını başına toplayanlar biliyorlar ki: Bu ülke artık sivilceli bir şaşkın değil. Aklı ile kalbi arasındaki sarkacı dinleyen ve gitgide cildi düzelen bir yetişkin.
Ve bittabi kalbi kırıkların koluna girebilecek, düşeni kaldıracak bir ağırlığa, bir olgunluğa sahip!
Bir sevgili gibi mecazen, kendi yaralı insanlarının koluna girebilir, acıyı hafifletebilir. Bu hayali gerçekleştirebilir. Buna hem ihtiyacı, hem de böyle bir gücü var...
***
Kestane dedik, dal dedik, sokaklar, aşk ve ülke dedik. Yıllar da, insanlar da geçiyor, hülasa yerliler, yani 'Biz' dedik. De esas mevzuyu unuttuk: Eylül edalı bir aydı gönlü açık olana. Eşrefi mahlûkata ibretleri, söyleyecekleri vardı.
Henüz vakit varken, ömrümüzün kaçırılmış 'Bütün Eylüllerini' arkamızda bıraksak, hayatın şöyle bir acısını çıkartsak demek istiyordum, laf uzadı aslında.
Uzasın, evin içinde huzur olsun o yeter.
Onu diyecektim, hattı zatında...