Hürriyet'in havalı hanımlarına bakıyorum da.
Osmanlı hanedanından bahsederken, bir kadına ve ailesine hakaret ederken -"bebeğim!" filan- ne de çok eğleniyorlar. Yılmaz Özdil ile Müjdat Gezen'in hemen yanında oturuyorlar. Aklı gitmiş plaj zamparalarını alkışlıyorlar. Neşe kıyamet!
Şımarıklıklarına bakıyorum, Bülent Ortaçgil'in şarkısını hatırlıyorum:
"Şık Latife de kişinin teki senin gibi, benim gibi
Ancak şık latife değişik biri!
Sabahları genellikle geç kalkar, portakal suyu içer
Ekmek yememesini öğütlemişler, şişmanlarmış
Şık latifenin en iyi dostu aynalar, aynalar söyler
Hep o dinler, konuşulanlarsa güzellikler"
Şarkı içimde çalarken bu şık gazeteci hanımlara, "kadına şiddet" konusunda yaptıkları haberlerin, ettikleri sözlerin, hepsinin samimiyetsiz bir duruma düştüğünü söylemek isterim. Ne var ki dayanamayıp gülerim!
Bu konuda gülmek istemem aslında! Çünkü evet kadınlarımızın her saat, her yerde güvenli olmalarını isterim.
"Öğleden sonra 'Münü' telefon eder, geçen akşamlarını konuşurlar
Bazen buluşup bir yerde otururlar
Doğrusu şık kadındır şık latife her yerde söylerler"
Şarkı sürüyor. Mevzu "Evetçi" bir hanedan kızı olduğunda kadına şiddetin tillahı kahkahalarla yapılıyor. Yazık.
İnsanın ne de olsa tabii içi burkuluyor. Ar damarlı olsun istiyoruz dostluk da, düşmanlık da...
"Şık latife sabaha karşı yatar, boyası temizlenmiş
Gerçek yüzü ve bir geceliğiyle latifedir artık"
AKADEMİSYENLER
Yeni Türkiye fikri, devlet kültürü içine gömülmüş eski kafalı bürokratlarla yüzleşiyor bence. Problem genetik. FETÖ'cüler temizlenecek, orası kesin. Eyvallah.
Fırsattan istifade farklı fikirlerdeki insanları tekfir etmek yok ama!
Hür bir fikir ortamı istiyoruz hepimiz. Köprü biliyor, Kazan, Çengelköy biliyor, martılar bile biliyor bunu.
Darbeye karşı kahramanlık destanı yazan gençler, kadınlar, erkekler biliyor. Hukuk orada.
Biliyor da idare-dubaracı bürokratlar bilmiyor. Onlar haksız, mesnetsiz hâlâ insanları dışlıyor...
Yeni Türkiye, 15 Temmuz'da meydanlarda başladı aslında. O ortak dua, o ellerini birleştirmiş milletin demokrasisi olmalıdır. Medeni cesaret, cesaretlendirilmelidir. Sınır orada.
Biz biliyoruz, sokaklar, caddeler, direnişiyle efsane olmuş Büyük Millet Meclisi, bayraklar biliyor.
İdare-i maslahatçılar, kafası karışıklar bilmiyor bir tek!
Onu diyorum, gerçeği kuşlar biliyor, bunlar bilmiyor.
Ağır bir geçmişten geliyoruz. Zarafet, yani birlikte yaşama kültürü yeni bir şey hepimiz için çünkü.
Öğreniyoruz birlikte...
BİR BEKTAŞİ DEDESİYLE ÇAY İÇTİM
Bıyıklarım terlerken tanışmıştım onunla. Cesaretin ve arayışın delikanlı kaldırımlarında.
O kendini yıkamış paklamış, daha güzel bir insan yapmış. Anadolu'nun toprağına sarılmış. Bozulmamış tohumlardan buğday yaratmakta. Değirmen çarkını omuzlamış.
FETÖ faşizminin karşısında yer almış. Tıpkı nasıl her darbenin karşısında olmuşsa.
Kendi mahallesinde ötekileştirilmiş ama umurunda değil. Mahallesiz bir insan o. Dürüstlüğün şehrinde sade bir yolcu.
Oturduk, geçmiş asılsız, abus cumhuriyeti, geçen yılları, çektiklerimizi, bugünü ve yarını konuştuk. "Her insan bir ayettir"i hasbıhal ettik. Tecrübelerimizi hemhâl...
Khalkedon'da konuştuk. Kadıköy tabir edilen yerde. Yan masadaki bir hanım "Çok karizmatiksiniz!" diye laf attı bizimkine. "Eyvallah", dedi bizimki. Gülümsedi ak sakallarıyla.
"Türkücü müsünüz?" diye devam etti öteki.
Değilim ama arada söylerim, dedi Bektaşi. "Söylesenize" diye üsteledi, tatlı olduğu kadar şımarık cumhuriyetçi!
"Yeri değil" dedi bizim adam. Tebessümle, mütevazi.
Yunus Emre'yi saz aşığı sananlar geçti aklımdan. Aklımda, bu ülkeye ömür vermiş hangi düşüncede olurlarsa olsunlar, artık yavaş yavaş kol kola girdiğimiz çınarlar.