Bana göre insanın modern durumu bir "kaybolmuşluk" durumu. Şahsen esir edilmiş, dönüştürülmüş bir canlı türü. Virüs yazılım yüklenmiş, ele geçirilmiş bir profil.
Missing adında bir dizi var. Almanya, Belçika, Fransa falan bütün Avrupa'da geçiyor. Ortadan kaybolan kızlar, ölüsü bile bulunmayan küçük kızlar ve onların perişan olmuş aileleri üstüne.
Irak işgalinde bulunmuş Batılı askerler çevresinde geziniyor öykü.
Sinematografisi yerli yerinde bir yapım. Obsesif bir dedektif bir ipucunun peşinde Erbil'e gidiyor. Orada asi bir Amerikalı asker peşmergelerin safında (Gizli reklam!) DEAŞ ile savaşıyor. Onun babası da askermiş! Çok şüpheli bir intiharla ölmüş.
Dedektif, asi askerden aldığı bilgiyle müze müdürü Iraklı bir Kürt 'e ulaşıyor. İntihar eden subay o adama her ay düzenli para gönderiyormuş. Niçin, diye soruyor dedektif. Müdür, "onlar benim 9 yaşındaki kız kardeşime yaptıklarını parayla ödeyeceklerini sanıyorlar!" diyor…
Dizi henüz final yapmadı. Ama final bence mühim değil.
Olay mühim!
Gündemin alt sıralarına indi ama bir daha hatırlatalım: Batının Müslüman haritalardaki operasyonları sırasında -bazı mezhep ve sosyal kimliklerin de alkışlarıyla- oraya gelen Batılı askerler, kendilerini onaylayanlar dahil, yerli halkın kızlarına tecavüz ettiler ve bir kısmını öldürdüler.
Bu askerlerin mebzul miktarı kendi ülkelerinde demokrasi kahramanı olarak karşılandılar.
Dizide; bu "kahramanlardan" biri vicdanına yeniliyor ve katlettikleri kızın ağabeyine para göndermeye başlıyor fakat rahat edemiyor! Tam her şeyi itiraf etme raddesine gelmişken suç ortakları tarafından öldürülüyor…
Peki, Batılı Beyaz kızların kaçırılmasıyla ne alâkası var bunların?
Oraya geliyoruz şimdi:
Vietnam Sendromuna benzer bir ruhsal çöküntü söz konusu burada. Iraktan dönen askerler işgal esnasında serbest bıraktıkları "hayvani" kişiliklerini, faraza pedofiliyi artık dizginleyemiyorlar. Bu kez kendi şehirlerinde, tanıdıklarının kızlarını dağdaki barakalara kaldırıyor ve bu çocuklara yıllarca işkence ediyorlar…
Vietnam Sendromu denen şeyin Amerikan versiyonlarını herkes biliyor. İşgalciler, savaştan sonra sivil hayatlarında boyuna geçmişi yaşıyor ve yaşatıyor.
İnsanın fıtratı bir kere bozuldu mu bir daha zor düzeliyor. Sadist, huzur bulmuyor. Haplar, terapiler, alkoller hikaye. Allah'ın ceza sistemi belki de böyle işliyor.
Missing, bu çok bilinen öyküyü anlatıyor. Ve öykünün diğer yanında yaşayan bizlere, buralara sözde "demokrasi" getiren o havalı askerlere doğru bakıyor…
Naçizane ben de tam bu noktada duruyor ve epey bir zamandır işgalcileri alkışlayıp duranlara doğru bakıyorum. Halkın isteklerini, istihbarat örgütleri ve beyni alınmış yandaşlarıyla dolandıran kurnazın, petrol-gaz-garaz'ın tezgahına gelen büyülenmişlerin acıklı haline!
Tıpkı Mursi'ye karşı ayaklananların bir kısmının, Sisi diktatörlüğü gelince dizlerine vurup ah vah etmeleri gibi!
Burada şaşkınlık; Beyaz İmparatorluğun ve onun Avrupalı yüzünün halkların demokratik iradelerini hiçe sayması değil. Şaşkınlık, iyice cılkı çıkmış bu yalana hâlâ inananların olmasında! Esas hayret makamı bu.
"Alkışlayanlar" Amerikalı askerler için "esir kızlardan" daha fazla bir hükümleri olmadığını biliyorlar aslında. Bile bile böyle bir tuzağın içindeler.
Yılana sarılmışlar. Kaybolmuşlar, virüs yemişler, iç seslerini kaybetmişler…
Diziye dönersek; arada kaçıp kurtulabilen kızlar köle tacirini ele vermiyor ve de yalnızca hapsedildikleri yere benzeyen kömürlüklerde uyuyabiliyor!
Dizi güzel, insan düşünüyor:
Karşımızdaki "kara koncolos" öyle böyle değil! Fakat iyi ki vicdanın Doğusu Batısı yok. O, kilitsiz kalplerde mütemadiyen gönülden gönle köprüler kuruyor. Beyaz adamın şiddetiyle ya da sihirli flütüyle robot ettikleri ettikleri varsa, karşısında mutlaka zulme ayna tutan "bizden birileri" de oluyor.
Onu diyorum:
Yenildik mi hep birlikte yeniliyoruz. Kaybolduk mu birlikte…