Ankaralı olmak ayrı bir müfredat. Sert bir yerdir Ankara. Ankaralı güzel insanlar alınmasın, şehrin dibindeki kavramdan bahsediyorum, köküne bakıyorum .
Trafik ışıklarında bekleyen insanlara dikkat çekmek isterim. Nasıl bir nizam intizamdır o? Soldan gelir karşı kaldırım, düzenli müfrezeler olarak sağdan gider diğerleri.
İstanbul oraya göre pür serdengeçtidir. Beyazlar kızar onun için sokaktakilere. Dudak büzüştürürler, çünkü kendileri kökten Ankaralıdır aslında.
Otobüslerde suskun ciddidir insanlar. Öğrenci mevsimi gelince biraz gülüşmeler kahkahalar katılır ama küçümser bakışlarla karşılanır. Gülümsemek sanki ayıptır Ankara'da.
Kurulduğu günden beri bir sıkıntı, bir zapt-ı rapt sezilir. Yazı kavurur, kışı dondurur. Bir baharı vardır sadece. O da memurin muhakemata emanet verilir.
Şizofrenik bir şey gizlenir, korkarım bodrumunda!
Bir zamanlar Ege'de, şimdi çok meşhur olan bir yerde lokanta-kamping işinde çalışıyordum. Ankaralılar gelirdi oraya en çok.
Temiz, tertipli, mülayim, saygılı gelirler, ertesi gün çıldırırlardı! Bütün tatilleri boyunca içerler, başka bir kişilik olurlardı. Lakin tam tatil bitip şehirlerine dönecekken ilk günkü (Can Dündar'ın Almanya'daki haline) süklüm püklüm hale döner, bizi şaşırtırlardı.
Hepsi de eğitimli insanlardı. Sakin oldukları bir an kendime yakın bulduğum birine sormuştum: Neden böylesiniz, diye.
"Ankara'dan" demişti. "Orada sıkışık bir durumdayız, dardayız. Onun için 'Güney' dağıtmak maksadıyla Ankaralılar tarafından keşfedildi. Buralarda patlıyoruz işte!"
Biraz abartıyorum tabii ama, bakın Ankara kökenli yazarlara! Şairlere, düşünürlere. Hep bir ıkıntı, bir sıkıntı. Kalemlerinde bir mide spazmı gezinir. Bir şişkinlik...
Ankara'ya yerleşmiş büyük ozanlar, Ahmet Arif mesela. Onun da muhteşem dediğimiz şiirindeki ağrılı "kramp" görmezden gelinecek gibi değildir.
Ahmet Telli ve Hasan Ali Toptaş diyeceksiniz. Evet güçlü bir kasvetin senfonisini yazmaktadır ikisi de.
Bulutlu bir şehirdir Ankara.
Ankara'nın ideolojisi budur. Öyle kurulmuştur. Anıtkabir'in mimari biçimi, devlet binalarının formu, hepsi gri bir ürküntü vehmeder insana.
Kışları kadar sert bir şehirdir Ankara. Bir yumruk oradan kalkar. Gen-Kur'un ışıkları bazı sabahlar oradan yanar. Yanmıştır.
Tanklar oradan yürür, ocaklara ateş öyle düşer. Düşmüştür...
ODTÜ filozofları bile derme çatmadır. Bir taraflarında tek parti şeysi gezer, bir tarafları Frankfurt Okulu'nda leyli meccani. İllaki bir din tiksinmesi!
Ankara dipfrizde, kurucu bir öfkedir. Hazmedilmiş bir hiddettir bu. Şöyle İstanbul gibi yakayı bağrı açıp "heeyt!" diye bağırmaz. Arkadan dolanır.
15 Temmuz ayrı mevzu, konumuz değil. Ankara, Hacı Bayram Veli ile şereflenmiştir bana göre. Sufi, 4. Murat'a söylemiştir söyleyeceğini: "Sultanım İstanbul'u almak şu beşikte yatan bebeğe ve onun hocası bizim Akşemseddin'e nasip olsa gerektir!"
Radikal Kemalistlerin dilini taklit etsek: "Hacı Bayram, Akşemseddin'i İstanbul'a göndermeseydi adınız Konstantin olurdu" desek yanlış olmaz yani.
Fakat mevzu yine Ankara değildir.
Her şeyin başı da sonu da Allah biliyor ya, İstanbul'dur. İstanbul sere serpe bir tekamülün üssüdür. Canlılık ve enerji bu kenttedir. Ve bu eksi, Ankara'nın başkent oluşuyla alakalı değildir. Coğrafyasının da ruhuna tesiri vardır. Kurak ve kurnaz ve akademik bir bozkırdır kendileri.
İstanbul'a, onun star ışığına ölesiye haset eder, Anadolu'ya da öyle kızgın bakar.
Bugün Ankara'dan duyduğumuz ses, bizde "Ankara Hürmeti" yaratan da biliyorsunuz İstanbulludur. Kasımpaşa'dan, tersaneden yükselir...
İstanbul asıldır, onu diyorum! Aşkın, bilgeliğin payitahttı, dünya maneviyatının başşehri burasıdır.
Yeni medeniyeti arayacak, yürekleri yakacak olan o sözü edecek olan da bu şehirdir.
Geçen gün genç bir şarkıcı demişti de, gençliğine vermiştim:
"Denize kıyısı olmayan şehirler de, insanlar da biraz eksiktir..."