Düşünüyorum da.
Bir mağaranın içindeyiz hepimiz. Moral bozmak için değil, var zaten bu Platon'da...
Mağaranın içindeyiz, ekrana bakıyoruz yalnızca.
Ekranlar dört bir yanda.
Şekiller, hayatlar, inançlar. Hepsi bir görünüp bir kayboluyorlar.
"Aşkaam!" diyor dokunmatik telefonda biri,
"Aşkam niye o kızı layk ettin face'de aşkam?" "Yanlışlıkla ettim aşkam" diyen bir yanıt için profil resmini değiştiriyor kız sonra. Kendine bir 'Kill Bill' süsü veriyor devamında.
Ellerimiz yüzümüz bir yazılımın içinde. İçimiz dışımız "daridom" bir yalnızlık. Mağaradayız, ekranlara bağımlıyız.
İsyanımız bile bir Gif, bir göbekli Caps hattı zatında. Sanki silah ruhsatı verilmiş çocuğun tasarladığı bir illüstrasyonda yaşıyoruz.
Şizofreni için korkmamıza gerek yok bundan böyle. Burası sanal ortam. Hepimizin 'feyk' karakterleri var. Seri 'devrimler' işliyoruz. Zaten devrim de moda bir altyazı. İş yapıyor bu günlerde.
Klavyeler makineli tüfek, takipçi sayısı ordumuz, 'retweet'ler susturuculu. 140 karakterle işlersen her cinayet meşru. Bıçağı soktuğumuz yerden kan akmıyor artık, ölümler sıkıcı hikaye.
Mesele şu: Bizim ki mi sizin ki mi? Sizinkiyse bir Pirana'yız, saniyede yiyip bitiriyoruz rakibimizi. Savaş varsa insaf teferruatta.
Bipolar, bir çoklu kişilik durumundayız. Kulaklıklarımızda senkronize edilmiş bir telkin: Ben, benim, beni...
Hayatın anlattığını unuttuk, sıkıcıydı zaten terli merli.
Siber bir oyundur artık dünya. Elimizde son tasarım bir alet, çaka da çuka da herkesi vuruyoruz.
İçimizde ne kadar hastalık varsa ortalarda.
Bir şuh oluyoruz, bir düşünür. Bir kadın oluyoruz, bir erkek.
Sonra bunu özelden mesajlıyoruz. Derinliklerimizde 'yüz yüze'yi kaybetmiş bir karmaşa.
Mağaradayız, elimiz tuşlarda.
Dijital fermuarlar hep açık. Faydalı bir eser diyoruz saçmalıklara.
Bir kamu spotu giriyor ardından araya: "Öfkeyi değil tuzu bırakmalıyız, yoksa boynuzlarımız çıkacak!"
Kurtlar vadisi şişinmesinde bir oğlan reklamlarda. Çoraplarında ideolojisi pembe yazıyor. Pantolonu kısa. Şimdi olsaydı ya, San Francisco'da!
Her şey survivor, her şey yalan. Bir yerlerden kopyalayıp yapıştırdığımız mimiklerle mağaranın dibine büzüşüyoruz. Vekil görüntümüz ekranda kahkahalar atıyor oysa. Yakında robot eşler de gelecek. Ucuza Madonna! Her istediğimizi yapan, istediğimiz tarzda.
Bir anda Bukowski'yiz, öbür anda yalandan Mevlâna.
Vay canına!
Siyasi rakiplerin kalabalık içinde donunu aşağıya çekiyor biri. Komedi. Herkeste bir eğlence bir eğlence.
Bir hoca zıplayıp el kol, bir dinin bas-geç kartını sallıyor oradan. Kumanda elimizde. Dijital demokrasi. İnternete mi baksak yoksa?
Garibanlar evlendiriliyor öbürkünde. Tapu karşılığı. Tapular hologram şovmenlerle geliyor peşi sıra.
Mağaranın loş kuytusunda gözlerimiz kan çanağı. Ekranlar çok. Birden bir kımıltı yanımızda!
Bu ne ya?
"Yemek hazır" diyor yabancı biri! Ödümüz patlıyor. Ekrandakilere benzemiyor, kim bu?
Aceleyle "Siz yiyin ben böyle iyiyim" diye bir tweet atıyoruz.
Mağaradaki gölge oh uzaklaşıyor. Beğeni koyuyor çocuklarımız. Ekranın parlaklığını arttırıyoruz...
Bir kaos etrafta. Steve Jobs falan Bill Gates amcamız, post-selefi diğerleri! Olimpos'tayız, amcalara tapınıyoruz...
İnsanlara loser-ezik-tutunamamış diye burun kıvırıyoruz öte yandan. Ezilmişlerin dini diye bir şey vardı, çocukluk hatıralarında kaldı.
Bir sosyal medya kahramanıyız artık, boş verelim bunları! Dediğimiz dedik. Çişimiz gelmiyor. Ayağımıza diken batmıyor. Çünkü biz yokuz. Sadece bir görüntü.
Akıl diye 'virüs atağı' taşıyoruz, kalbimiz gurme Türkçesiyle 'sote!'
Butona basıyor ve kendimize bir tanrı formatı atıyoruz...
Kaybolduk. Âlemlerden sadece birine sıkıştık, kendimizi arıyoruz.
Ne istediğimizi de-aman mikrofon açık kalmasın- hiç bilmiyoruz.
Bağırıyor bir çocuk mütemadiyen içimizde: "Bırakma beni kaybolursun yoksa portallarda. Kaç peygamberle geldim sana, unutma!"
O çocuğu bırakıp dönüyoruz ekrana.
Mağarada...