Sizin de davranışlarınız içine girdiğiniz çevreye göre değişiyor mu?
Eğer cevabınız evetse bilin ki yalnız değilsiniz. Hayatınızda öyle insanlar vardır ki onların yanında bambaşka bir insan olursunuz. Öyle ortamlar vardır ki sizi sahip olduğunuz kişilikten çıkarır, başka bir insan yapar...
Ankara'ya öğrenciliğe gidip geldiğimde annem şaşkınlıkla, "Diline ne oldu oğlum senin?" demişti. "Kimi taklit ediyorsun?" Haklıydı, gittiğim çevrede insanlar gırtlaktan bir lehçe ile konuşuyorlardı.
Benim İstanbul Türkçem ortama yabancıydı. Onları taklit etmiştim. Kendi dilime geri dönmem yıllarımı aldı...
Zelig Sendromu genelde kimsenin sizi aralarına kabul etmek gibi bir derdinin olmadığı ortamlarda ya da kendinizi yeteri kadar onaylanmış hissedemediğiniz durumlarda yaşanan bir sendrom türü.
İnsan kimle, ne konuşacağını şaşırır.
Her türlü yanaşma ve tanışma teşebbüsü boşa çıktığında kişi kendini ortada kalmış ve yalnız hisseder. Bu çeşit bir sendromdan mustarip kişiler, kimse tarafından umursanmıyor olsalar dahi birilerinin daima kendilerini izlediği paranoyasına kapılırlar.
Sosyal medya bunu tahrik eder.
Söz konusu talihsiz durumu panikle örtbas etmeye çabalarız. Etrafımızdaki baskın karakterler gibi davranırız. Böylece ya birilerine iyi gözükecek ya da kendimizce paçayı kurtaracağızdır.
Bu çırpınış, hüzünlü bir kişilik parçalanmasıdır.
İnsanın içini sızlatır...
Woody Allen'in 1980'lerde çektiği filmle psikiyatriye hediye ettiği, bulunduğu ortamın rengini alan bir 'Bukalemun İnsan'dır Zelig...
Sözde, 1920'li yıllarda Amerika'da yaşayan efsane bir adam olan Leonard Zelig'in belgeseli, kendisi hakkında görüşlerin alındığı röportajlarla başlar. Efsanelerini duyar ve gizemini merak ederiz.
Leonard Zelig hakkındaki ilk kayıt, yazar Scott Fitzgerald'dan geliyor. Fitzgerald defterine, bir ev partisinde aristokrat, cumhuriyetçi ve üst düzeyden intibaı veren bir zatla tanıştığını; ama kendisini şaşkınlığı uğratan şeyin, aynı adamı bir saat sonra mutfakta gördüğünde demokrat tavırlar sergileyişi olduğunu yazıyor. "Hem de bu adam, halk tabasının aksanıyla, gırtlaktan konuşuyordu!" Ardından, Zelig'i "bir garip bir adam" olarak anlatan hikayeler gelir.
"Kulübe birçok gangster gelirdi, hepsini tanırdık; fakat o gece gelen adamı daha önce hiç görmemiştim.
Onun kim olduğunu öğrenmeye çalışırken adam bir anda ortadan kayboldu ve müzik başladığında orkestradaki adamı o gangstere çok benzettiğimi hatırlıyorum. Ama gangster beyazdı, bu müzisyen ise siyah! " Onu şahsına münhasır yapan, yanında olduğu insanın özelliklerine bürünüyor olması, şeklen onun aynısı olması. Bir gün bir Asyalı, bir gün siyah, bir gün şişman göbekli, bir gün bir başka biri, bir bukalemun insan...
O artık tıp için bir vaka, toplum içinse eğlence kaynağıdır. Filmde, psikiyatrist olan Dr. Eudora Fletcher (Mia Farrow) Zelig'i başkalarının hayatlarına imrenmeyen, sağlıklı bir vatandaş yapacağına inanıyor. Hatta seansların birinde Zelig'ten başka insanlar gibi olmaya başladığı ilk ânı hatırlamasını isteyince Zelig şöyle diyor: "Küçükken bir arkadaşım bana Moby Dick'i okuyup okumadığımı sormuştu ben de okumadığımı söylemeye utanarak okumuş gibi davranmıştım..." Hepimiz birer Zelig'iz aslında!
İlişkilerde, siyasi alt üst oluşlarda baskın olanı taklit ediyor, onun kıyafetine bürünüyor. Ama anında tam zıt bir karaktere de dönüşebiliyoruz.
Zelig, herkes tarafından sevilme arzusu. Kronik bir konformizm isteği...
Şu hayatta içinde yer almak istediğimiz sosyolojiyle, bizi içine koydukları fotoğrafla uyum sağlamak için çok çabalıyor, şekilden şekle giriyoruz.
Oysa içimizde gerçek benliğimizin bir yansıması var. Sahici olmak, içimizdeki asıl fotoğraftaki o benzersiz, o esas görüntümüzü bulmakla mümkün.
Bize yarın sorulacak olan odur:
Senin içine gizlediğim "özbeni" buldun mu?
Kem küm edenler için durum daima hazin bir Zelig'tir...