Dünya Engelliler Günü de geçti.
Ülkede bir farkındalık durumu hâsıl oldu. Sokak usul usul uyanıyor. Bir takım "üstün ırklar", sakil düşünceler her zaman olacak. Daha merhametli bir toplumun da kapıları açılıyor ama öte yandan.
Bu takdir edilesi bir gidiş hak bilene...
Engelliler için bir cennet olsa bizim ülke diye geçirdim içimden.
Kaldırsak engelleri?
Bir zamanlar birkaç yıl engelli yaşamıştım, oradan hatırlıyordum. Tam orta öğrenimde, ergenlik döneminin dibinde bir "özürlü!" olarak...
Şekil önemliydi. Eksik biri oluyordun bir engelin varsa. Sağ kolu göğsüne yapışık gezen gencin vaziyeti eziyetliydi. Beden eğitimi derslerinden raporlu, itilip kakılmaya müsait, itibarsız bir çocuk gençlik arenasında.
Sana çolak diyorlardı...
Sonunda para birikti ameliyat oldum. Platin çivilerle yeniden yapıldı kolum, yüzde 20 hareket kaybıyla kurtuldu. Plaja gidilir ve uzun kollu tişörtlerle insan içine çıkılır olundu. Şeklen eşitlenildi yani.
Engellilik mühim mesele...
Her insan böyle şeyler yaşıyor. Başına geliyor, yaşarken öğreniyor. Kendini pek "şekilli" matah bir şey sanmak, engelliye mesafeli bakmak boşuna gayret israfı. Her an yaşayabileceğimiz, yaşadığımız bir şey bu engellilik.
Cennetten düştüğümüzden, rahimden çıktığımızdan beri engelli bir hayat yaşıyoruz bir defa. Bazı yeteneklerimiz alınmış bizden mesela! Bildiklerimizi hatırlayıp yeniden bulmamız için kitaplar indirilmiş, misal. En az 124 bin peygamber nasihat etmiş bize. Ama nafile!
"Ye kürküm ye!" Hoca Nasreddin'den beri aynen devam etmekte...
Şekle şemaile tapıyor insanlık. Bu bir dünya hali, mızmızlığın âlemi yok. Örf adet böyle. Ondandır mükemmellikten mahrum oluşu cezalandırır "toplumun kabası!" Nasıl ki demode giyinenin hali fenadır, öyle...
Ya acıyarak ya inciterek davranır. İkisinde de bir küçümseme edası. Zalimce şeyler...
İnsanın içine değil biçimine bakar ortalama insan. Orada kendine "Tanrılar kadar mükemmel bir varoluş!" arar. Böyle çalışır zihni, aklı.
Kasları şişiren hormon hapları, estetik ameliyatlara harcanan dolar, şık kliniklerin rögarlarını patlatan göbek yağı ve kılığın bıyığın sakalın altında kaybolmuş idealler ve sıkıcı ezberleriyle aydın takımı bu düşkün dünyanın alametifarikalarıdır.
İnsanın şekli şemailinin de bir anlamı olacak elbette ama illa ki asıl anlam içerde, özde. Kalbinde.
Öyle kolay ele vermiyor kendini öz. Biçimin, şeklin perdesiyle perdeleniyor. Biraz yorulmak, perde açmak gerekiyor!
Zahir ve bâtın. Şekil ve öz... Zahir, kendini açık etmek isteyen özü koruyan kabuk, özün müjdecisi. Bâtın adı üstünde bâtında olan, içerde, gizli. Zübde!
Şeyh Galip "hoşça bak zatına çün zübde i âlemsin sen" diyor ya. "Âlemlerin özüsün, kalbisin sen" diyor ya!
Zübde oradan...
Şeklin, biçimsel varoluşun kat kat perdesinin altında yatıyor en öz anlam. Onu anlıyoruz buradan.
Kabuktan öze, mânaya doğru kat kat bir varoluş.
Her şekil bir sırrı söylüyor. Her biçimsel imaj, her imge konuşan bir eşya. O konuşuyor hep aslında...
Dilini biliyorsan tabii... O dili anlayanların bir kısmına sanatçı deniyor, ozan deniyor, ressam deniyor mesela. Sürrealizm böyle kök bulmuş sanat denen hülasa arayışında.
Öz, yani mâna da kat kat diziliyor o da başka bir anlam apartmanı. Onun de şekilleri var. Batının da zahiri var, onu diyorum. Özün de bir biçimi, biçimleri.
Ceviz köprübaşı burada! Tazeyken, yeşil kabuğuyla ilkin hastalığa şifa. Ez koy bir yaranın üstüne. Örtüyor, tedavi ediyor en açık yarayı.
Cevizin kabuğu latif bir estetik ama sert, tahta bir durum aynı zamanda! Kabuğu açması zor, kırıp yemesi güzel. İçinin şekli de bir beyin simülasyonu adeta. Mucize bir meyve. Her derde deva bir besin. Kabuğuyla tanışmadan kendisiyle tanışamıyorsun fakat...
Kabuksuz ceviz hayal etmek ise şımarık olmak. Bir nevi Oblomov, bir Bezgin Bekir durumu.
Emek vermeden, dert mihnet çekmeden "öz" yüzünü göstermiyor insana...
Bir cevizin salt kabuğuna hayran olmaksa bir başka perişanlık. Bütünü kavramaktan uzak, tadilatı zor bir akıl tutulması.
Uzun lafın kısası, her şey artısı eksisi, zıttı ile, kabuğu özüyle dengede, birlikte durabilirse bir işe yarıyor. Huzur buluyor. Mutmain oluyor...
Şekil de önemli, insanın içi de, onu söylüyorum.
"Olduğun gibi değil olmak istediğin gibi görün" demiş Cemil Meriç.
İnsan merhametten başlayabilir. Anlamlı bir iş yapılabilir. Burasını maddi-manevi engelsiz bir cennet haline getirebilir. İşe oradan girişebilir. Engelsiz bir dünya için birlikte olmanın hazzı yaşanabilir. İnsanın biçiminden ortak özüne doğru harekete geçilebilir...
Ne var ki özümüzdeki iyiliği "hatırlama engellisiyiz" ezelden. O da var!
Problem orada...