Hayatı savunuyorum.
Bilmiyorum, çocukluğumdan beri şiddet karşıtıyım. Kolum çolaktı ondan belki...
O zamanlar, çocuklukta yani, pek itibar sağlamazdı bunlar...
Toplu bir cinnet yaşıyoruz. 90'ların ruhumuza hafakanlar bastıran üslubu yine ortalarda.
Barış için büyük emek ve çaba tersine dönünce hepimizde ifade edilemeyen ruhsal bir boğuntu baş gösterdi.
Hassas bir kalbim var, aspirin içiyorum. Her gün içiyorum.
Mazlum insanların yüzünde okuduğum hicranlı öyküler ve alın teriyle çalışanlara duyduğum yakınlık, bir de tebessüm arzusu.
Gündelik hayatın sırlarına sarınıp kendime yaşam alanı açmaya çalışıyorum. Mecazlar ve mütevazı yaşamakların iyilikleri de olmasa halim fena:
Peynir bitti almalıyım! Askıdaki mandalları bahçeye düşürüp durmamalıyım. Çamaşır makinesini yapan usta uygun bir ücret istedi diye mutluyum, beyaz tişörtümü yıkadım diye makul bir sevinç kıpırdıyor içimde...
Fakat söylenmeli, bununla uzlaşamam:
Bazı insanların laftan değil, dayaktan anlamaları bitiriyor beni!
Sözü, felsefeyi, istişareyi küçümsemeleri...
Gelen gencecik şehit haberleri karşısında, eski bir kâbusun çıkmazlarında kayboluyorum. Aspirin fayda etmiyor.
90'ları yaşamamış, içi yanmamış olan, bizim derdimizi anlayamıyor.
Ki kimin barışı dinamitlediğini en azından Barzani kadar biliyoruz. Mutabıkız bu konuda. PKK silahlarıyla birlikte ülke dışına çıkmalı. HDP, beyin sarsıntısı geçirmiş temsilcilerini tedavi ettirmeli. Fakat papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayıp duracak değiliz a!
Slogan atmayı dil edinmiş bir kuşaktan geliyorum ben. Şimdi bakıyorum da çoğunluk kükreyen sloganlar atmakta. Ne zaman barış dili yenilse savaş kazansa, bu slogancılar çıkar ortaya daima.
Neden?
Çünkü ölüm haberleri geldikçe öfkeden nara atmak normal. Hiddet nöbetleri geçirmek ruhsal bir alt yapı. İntikam peşinde kanlanmış gözlerle kafa göz girişmek makbul.
Ama aklıselimi korumak, geleceğe odaklanmak, ölümü yenmek, nihayet yeniden barışık bir ülkeye açılan kapılara doğru bakmak zor...
Onu söylüyorum, hiç sevmiyorum ezber klişelerle hayata bakmayı. Kendinden geçmiş tribünlere doğru bağıran amigoları...
"Hayatın zor dönemeçlerinde ahlaklı olacaksın asıl, oradan sınava gireceksin çünkü" demişti çok eski bir gün, dervişin biri bana.
Vicdan terazisini doğru tutmalı barutun sıcağında da...
Bu ülke, bu vatan biziz. Bizim gözyaşlarımız bu nehirler. Bu dağlar boynumuz, bu şehirler kalbimiz, bu deniz ruhumuz bizim. Bu ülke hangi dilde, inançta olursa olsun biziz, hepimiz.
Bu toprak 1. Dünya savaşından beri kaosta.
Haklıydı-değildi, uzun mesele! Cumhuriyet projesi çoğulluğun üstüne örtülmüş zorba bir şaldı.
Şal yırtıldı. Sokaklardaki birbirinden habersiz esmer ruhlu insanlar bir araya geldi. İstendi ki yeni bir mutabakat kurulsun, herkes hür olsun, barış olsun.
Bin tane engel çıkarıldı ortaya sonra.
Adı 'demokratik bir medeniyet' olacak bir ülkenin kanatlarını açmasına düşmanlık beslendi.
Dışardakileri anladık. İçerdekileri anlamaya imkân bulamadık.
Niçin biliyor musunuz?
O kadar uzun bir süredir dış merkez tarafından (kültür-siyaset-hayat tarzı) yönetilmişiz ki medeni cesaretimizi toplayıp kendi kararlarımızı veremedik!
Dört taraf ittihatçı, her taraf 19. yüzyılın kaz adımlı "ben bilirim" kafası. Ellerde molotof, otomatiğe bağlamış barikatçı bir ruh hali. Büyük delirme...
Sonra gelsin uykuda insan öldürmeler, katliamlar ve yalan.
Ahir ömrümüzde vakur bir ülke, dünyaya konuşan bir dürüstlük simgesi ve iyilikte yarışan renk renk insanlar hayal ederken, tezgâh işledi yeniden. Çok özledik birbirimizi, gel sarılalım kardeşim, diye yazıp dururken, al sana barış, diye sırıttı ölüm!
Ölüm; ifşa edilmiş, foyası akmış bir kurnazlığın, siyasetsizliğin örgütlenmiş adı.
Vesayetten sıyrılmış, oligarşik piyonluktan kurtulmuş TSK'nın amansız ve sürekli darbeleri karşısında şaşkın, tek tek toplanmaktan panik-atak bir Kandil! Ve onun Beyaz fonları.
Gelecek savunuluyor. Konuşmaya yer açmak için içerisi silahtan arındırılıyor.
Şurası açık: artık silahlı örgütler bu topraklarda barınmayacak. Bu iş bitti.
Fakat biz -devleti değil kendini yöneten basit insanlar- insana konuşuyoruz illa ki! Vicdan, bir tetik gibi ensemizde...
Yanık sesli şarkıları var bu toprakların. Ezanlar, boynu bükük dualar. Bir mevlit okunuyor anamızın tülbendinin altında.
Barış diyorum, her Selam dediğimizde aklımda kalan...
Bu cinnet kısa sürsün. Bir an evvel barışa dönelim diyor içimizdeki.
Çünkü bu ülke bizim bedenimiz.
Boşuna, klavyelerin ardına saklanmak!
Sığınacak küçük hayatların duvarları ince. Türkiye artık bunu kaldırmaz, çağ bizi bekliyor.
Böyle anlarda düşünüyorum da iyi ki Aşk var, Allah var.
O var diye inanç var, umut var.
Her ölümde ölen biziz.
Sen anlarsın beni...