Aydın denen şahıs aslında âsabı bozuk biridir. Halk indinde ise kaprisli, hırçın ve güvenilmez
90'lı yıllarda burun kıvırdığımız halk zekâsı -nasıl aklı temsil ediyorum diyenlere akıllı değil ukala demişse- bu parmak sallayıcı, itici aydına da entel tabiriyle seslenmişti.
Aslında aydının kendine ait ayrı bir homojen sınıfı yok. Karışık bir varoluş onunki.
Akademisyenler, gazeteciler, yazarlar ve sanatçılar bu grubun içinde sayılırlar. Yandan itişerek girmek isteyenlerse avukatlar, mimarlar, doktorlar filan, sayılmazlar! Sadece kendi alanları dışına çıkıp konuşanlar olursa o başka.
Ortak özellikleri ise malumatfuruş bir kibir, ruhban sınıfına has bir 'ben bilirim' üslubu, bir 'akıl akıl gel bana takıl' şişinmesi.
Kelimenin cuk oturanıyla, soğuk nevale bir ürün olan bu şahsa yakından baktığımızda entelektüeli buluruz!
Bu terim sözlüğe Rusya'dan transfer. Entelijansiya.
Bolşevikler iktidarı alınca bu sözde muhalif gurubu saniyede kadrolu hizmetliler haline getirdiler! Memur aydın, Sol'un bize hediye ettiği bir tip.
Cumhuriyet aydını da bu modeldi.
Cumhuriyet aydını ecnebi şapkası, uydurma lisanı ve cebinde rakı şişesi olan İngiliz smokiniyle Batılılaşacağını zanneden bir mutasyondu.
Sonradan Marksist oldu!
Her melanet kapitalizme yüklenince kullanışlı bir psikoloji uyduruldu. Soyut bir antikapitalizm kafasıyla, bizzat kapitalizm tarafından fonlanarak atarlanmak; büyük şirketler ve sermaye tarafından istihdam edilerek onurlandırıldı!
Sokakta galeyana getirilen, telef edilen genç kuşakların manevi yok oluşlarının üstünde kurulan seçkin konforda, al gülüm ver gülüm geçinip gidildi.
İşte ne zaman ki Erdoğan, Ak Parti geldi, düzen bozulmaya başladı. Oyalanma bitti, rahat kaçtı, nefret somuta indi. Dilin altındaki bakla çıktı. Karagözlerle eşit değildiler çünkü! Ne cüretti yani?
Karagözler hükümet olmuştu. Hacivat Aydın, başına taş yağdığını hissetti.
Hercai, kaprisli, mızmız ve tembeldi. Azgın bir tatminsizliği vardı. Avrupa, kızıl dudaklarıyla şuh şarkılar fısıldıyordu ona. Yüzlerce imaj, binlerce keşiş, partiler, "drinkler", her zaman Beyoğlu'nu zevk panayırı haline getiren şuh aktrisler. Dolçe Vita, tatlı hayat bitiyor diye endişedeydi.
Bu 'aydınların' görmezden geldiği bir arif, Cemil Meriç şöyle söylemiş:
"Genç Osmanlılardan, genç sosyalistlere kadar bütün Türk aydınları bir hıyanet psikozu içindedir. Bu bir alınyazısı mı? Yani, haşin ve kaçınılmaz bir açığa çıkış mı söz konusudur? Elbette, imparatorluğun yükseliş devrinde aydın, toplumun herhangi bir ferdidir, zevkleriyle, zilletleriyle, mukaddesleriyle, acıları ile. Toplumun herhangi bir ferdiyle aynı camide namaz kılar, aynı kahvede dinlenir, aynı sofrada yemek yer. Ne imtiyazı vardır, ne imtiyaz peşindedir. Tanzimat'tan sonra durum değişir. Aydın, kendi tarihinden koptuğu ölçüde aydındır; kendi tarihinden, yani kendi insanından. Batı'nın temsilcisi olduğu ölçüde aydın. Batı medeniyetine bağlanmak, deri değiştirmekle olmaz. Daha köklü, daha uzvî bir başkalaşma gerek. Aydın, bu başkalaşmayı başardığı, yani ihanette muvaffak olduğu ölçüde benimsenir Batı tarafından. Aydın da bir bürokrattır; o da mütevazı bir temsilcisi bulunduğu içtimaî zümre gibi şöhret ve itibarını yeni efendilerine, yani Avrupa'ya borçludur."
Attila İlhan böyle söylüyor:
"Yeni Türk sanatçısı, kendisini Batılı diye alır. İçinde yaşadığı toplumu Doğulu diye küçümser. Küçük aydınlar, yalnız çeviri roman okumakla, Türk filmlerine gitmemekle övünürler. Büyük şehirlerimizin, o Allah muhafaza, sanat çevrelerinde Fransız resmi, İngiliz şiiri, Rus müziği, İtalyan sineması herhangi bir Türk sorunundan önce konuşulur..."
Şimdilerde ortasından yarılmış iki ayrı iktidar odağı arasında dağılsa da aydın, tek yumurta ikizi kadar birbirini çağrıştırmaktadır.
Aydın, sürekli eko halinde aynı kelimelerle kendi etrafında dönüyor. Ama dediği dedik! Boyuna bir had bildirme halinde. Hatta gitgide daha tehditkâr. Bir tek farkla: Karagöz -tıpkı halk gibi- kızıp bir şey söylerse onu mutlaka yapıyor. Hacivat Aydın ise hep boş vaveyla!
Tabii yine de yanına salavatla yaklaşılacak, hayrına şerrine uzak durulacak biri.
Gericilik, 'cahillik' dediği şeye karşı gerekçeler icat etmek, savaşı rasyonelize etmek, karşı tarafın fikriyatını ve kutsal değerlerini kötüleyerek tansiyonu sürekli yüksek tutmak. Hiddet birikimine memur, psikozda bir husumet...
Siyasi eğilimi değişse de tek tip bir aydındır bu. Ağzını büzen, burun kıvıran, lafı dolandıran, anlaşılmaz kelimelerle arsenikli konuşan, küskün, giderek bıkkın.
Ondandır ki Karagöz'e karşı hep iğneleyici. Arkadan dolanıyor, kafasını karıştırmak, dolduruşa getirmek için yırtınıyor.
Ama boşuna! Bir kere Karagöz, "Hadi oradan Hacı Cavcav!" diyerekten tefi kafasına 'cass' diye yerleştirmiş, bu sıkıcı tiyatronun perdesini çoktan indirmiştir...