Ortalık fobik kaynıyor. Öyle çok fobya var ki deme gitsin. Homofobi, Ermenifobi, Kürtfobi, Türkiyefobi, islamofobi. Tabii en önemlisi ve her zaman en üstte: Erdoğanfobya!
Ben de küçükken en çok attan düşmekten korkardım. At fobim vardı ayıptır söylemesi.
Mazlum bir çocuktum. Babam hayırsız adam denilen karakterlerden biriydi. Beni anneanneme (ananeme) bırakmışlardı. Ona anne diyordum. Küçük Langa'nın Samatya'nın oralarda, dünya savaşları, yıkımlar görmüş Osmanlı kadının aşırı tutumluluğuyla büyüyordum.
Oyuncağım yoktu. Bir tek renkli düğmeler. Bir de pencerenin cumbasına konan minderde sokakta oynayan çocukları izlemek. Ve haftada bir alınırsa bayram edeceğim gazozun özlemiyle yanmak.
Ananem beni bazen Kız Hasan Abi'nin evine götürürdü. Hasan abinin benimle yaşıt bir oğlu ve ileriki yıllarda aşk acısı çekeceğim bir kızı vardı.
Çocuğun çizgi romanları, oyuncakları hazine değerindeydi. Oğlan bana zenci evlatlık muamelesi yapar, oyuncaklarını elletmez, kitaplarını vermezdi. Sadece hepsini tek tek uzaktan gösterir, işkence ederdi. Ama en fazla odasında duran tahta at. İşlemeli bir tahta at. Ona biner ve bağırırdı: "Tommiiiks, deeeh!"
Nasıl isterdim o ata binmeyi! Bir gün gittim bütün oyuncaklarının üstünde tepindim, çocuğun elini kapıya kıstırdım. Tabii itile, kakıla eve götürüldüm. Kulağımda çimdik izleri hiç umurumda olmadan sabaha dek hırsımdan ağladım. Zaten gıcıktım ona. "Babacığım babacığım" diye gezinmesine, şımarıklığına. Benim babam da yoktu, "cığım" da. Bir eli sıkı ananem işte...
Kız Hasan Abi dersen, enteresan bir adamdı.
Çok nazik, kibar, dans eder gibi ayaklarının ucunda yürüyen bir insandı. Arkasından Kız Hasan Abi diyorlardı. Hasan Abi mutlu bir aileye sahipti. Her akşam eli kolu dolu dönerdi işten eve. Ananem, "işte adam gibi adam" diye onay verirdi ona. İtibarlı bir adamdı kadınlar nezdinde. Babamın ceberut, gözlerinden ateş saçan suratını düşününce...
Tabii homofobik kavramını bilmiyordum o yıllarda!
Büyüdük ve envaı çeşit korkumuz oldu. Korkular belirledi hayatımızı. Misalen; dışı "modern" içi nefret kuyusu, insan haklarına esastan karşı bir "rencide ediciler" lejyonu, ODTÜ'deki mezuniyet töreninde mabetlere, mahyalara, yaradılışa hakaret ederek yürüyorlar: Camifobya!
Müslüman toplumu bizi kabul etsin diye yırtınıyor eşcinsel örgütü. Ardından oruçlu insanların ülkesinde sokakta çırılçıplak soyunuyorlar. Ve şaşkın garibanlara tanga giydirip "faşizme karşı omuz omuza" diye bağırtıyorlar. Büyük ihtimal babalarının ya da amcalarının adıyla dalga geçiyorlar bir de; Ramazan'la!
Bir deli provokasyon, bir hadsizlik hali. Sonra aynı grup "homofobiksiniz işte!" diye çımkırıyor yüzümüze: Ramazanfobya...
İçimiz öyle şişmiş ki en ufak meselede fobiler depreşiyor.
Bir bakmışsın nâdân bir cinsiyetçilik, kadınfobik sözcükler, "oş" takıları, ayrımcı söylemler revaçta! Öyle laflar ediliyor ki, fıtratlara yönelen aşağılama sivilceli bir ergen kıvamında. Ya da tam tersi! Azınlık hakları peçesi altında izzeti nefsi hiçe sayan seküler bir şehvetperestlik modası, özgürlük diye yutturuluyor. Tabii yerseniz.
İstiklal Caddesi'ndeki "Nü" yürüyüşünde kiloca geniş bir CHP'li Toma'nın üstüne çıkmak istiyor. (Moda!) Fakat garibim tampona basıp kalıyor. Hamle üstüne hamle ama nafile! Yerçekimi izin vermiyor. Pilates yapması gerek diye düşünüyoruz. Yoksa rezil olmak işten bile değil.
Çıkamayacağımız yerlere hamle etmek insanı komik durumlara düşürüyor. Farzımuhal paralelcilerin sırf hükümete çakmak için ramazanda striptiz görüntülerine meyletmesi gibi...
Neyse biz Küçük Langa'ya dönelim. Mahremiyetin ortak bir ziynet gibi saklandığı günlere:
Aradan zaman geçmişti. Sonunda cezam bitmiş, gene minderime kavuşmuş sokağı seyrediyor, en iyi yaptığım işi yapıyor, hayal kuruyordum.
Birden önümde Kız Hasan Abi'nin kendinden sürmeli gözleri belirdi! Muzip bir ifadeyle "ananene söyle de kapıyı açsın bakiim!" Koşa koşa, tabii ben ananemin eteğinin arkasında, kapıyı açtık.
Koca bir paket uzattı Hasan Abi. "Bu benim sizin küçüğe hediyem. Lütfediniz, kabul ediniz!" Bizimki, "neden zahmet ettiniz hay Allah" falan derken paketi kaptım, açtım: O da ne? Rengârenk bir tahta at!
Üstüne bir çıktım, inmedim. Neden sonra bir güm sesiyle uyandım! Kafam fena zonkluyordu. Meğer anne hatun divanda uyumuş; ben de öyle atın üstünde yorgunluktan sızıp gümbedenek yere düşmemiş miyim?
Yükseklik korkum ondan sonra mı başladı bilmiyorum. Fakat atımın iki yanına minderler kondu ve ben ödüm patlayarak da olsa aylarca o atın üstünde yaşadım.
Ondandır, her fobi de gizli bir tutku olduğuna ve tutkularımızla imtihan edildiğimize inanırım ben.
Ne zaman "fobi" lafı duysam, tahta atımı hatırlarım. "Kim bilir hangi meçhul ihtirastır bu?" diye geçer aklımdan.
Bir de Hasan Abi'nin insanlığı geçer. Zarif olan, nadir olan iyi kalpli insanların kocaman merhametinin üstünde hep onun mütebessim bakışlarına rastlarım...