Bir Fransız atasözü der ki, "Her ailenin dolabında bir ceset yatar." Herkesin geçmişinde mutlaka unutmak ya da bilinç altına itelemek istediği bir günahı, kimselerin bilmesini istemediği bir sırrı vardır anlamında... Ama maşallah adamımızın, Irak Başbakanı İyad Allavi'nin dolabı, toplu mezar gibi... Üstelik pek saklamıyor. Eeee... Ona boş yere Irak'ın Tony Soprano'su demiyorlar. (Tony Soprano, kartvizitine göre, ABD'de New Jersey'de bir çöp toplama şirketindeki sendika temsilcisi. Evli, iki çocuk babası. Çocuklarına olağanüstü düşkün. Ailece güzel ve geniş bir evde mutlu bir yaşam sürüyorlar. Ama aslında Tony'nin bir "iş"i daha var: Bir örgütün şefi. Örgüt? New Jersey'in altını üstüne getiren bir mafya. O müşfik aile reisi, hafta sonlarını çocuklarıyla birlikte kışları hayvanat bahçesinde ördeklere ekmek atmakla, yazları da deniz kıyısında balıkları ve martıları beslemekle geçiren o altın kalpli sendikacı, sokakları morga çeviriyor. ABD'de 1999 başında kablolu TV kanalı HBO'da dizi olarak yayınlanmaya başlayıp kısa sürede izlenme rekorları kıran "Soprano'lar" dizisinde başrolü, yani Tony Soprano'yu, o güne kadar Hollywood'da ikinci sınıf filmlerin bazı sahnelerinde boynunu şöyle bir uzatmaktan öte rol kapamamış James Gandolfini oynadı ve bir gecede ünlendi. Hem de öylesine ki son ABD başkanlık seçimlerinde, John Kerry'nin, rakibi Başkan George Bush'a yönelik eleştirilerinin en etkililerinden biri, onu Tony Soprano'ya benzettiği konuşması oldu. Şöyle demişti: "Başkan'ın bize ders vermeye kalkması, Tony Soprano'nun yasadan söz etmesine benziyor" İşte o James Gandolfini ve canlandırdığı Tony Soprano, hık demiş İyad Allavi'nin burnundan düşmüş. Bu kadar olur benzerlik. Gandolfini fizik olarak. Soprano da sicil olarak, gaddarlık olarak, çifte yaşam süren "Godfather" olarak. Deniyor ki sanki Allavi'nin beyaz camdaki gölgeleri veya izdüşümleri.)
Oysa İyad Allavi, Irak'ın en soylu değilse bile en köklü ve de Irak devletinin temelinde harcı bulunan ailelerden birinin oğlu. İyad 1946'da dünyaya geldiğinde Şii ama laik olan ailesi Bağdat'ın zengin mahallelerinden birinde oturuyordu. Babası Haşim Allavi doktordu. Annesi ise ta Yemen'e kadar uzanan coğrafyada çok iyi bilinen Al-Usaryan aşiretinden bir Lübnanlı. Allavi ailesi Irak tarihinde önemli roller üstlendi. Örneğin büyükbabası 1930'larda İngilizler'le Irak'ın bağımsızlığını müzakere eden heyette yer aldı. Amcası Abd Al- Amir Allavi, Sağlık Bakanlığı yaptı (Ahmet Çelebi'nin teyzesiyle evliydi), Cafer Allavi ise Bağdat'ın en iyi, en ünlü mimarlarından biri oldu. İyad Allavi baba mesleğini seçti, doktor olmaya karar verdi. Bağdat Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. (O kadar çabuk ve kolay diploma vermeyelim. Bakalım dönem arkadaşları, örneğin Doktor Hayfa Al- Azzavi neler diyor: "1960'ların ortalarında Bağdat'ta tıp öğrenimi görenlerin herhalde hiçbiri o insan azmanını unutamaz. 1968'da iktidarı ele geçiren Baas Partisi'nin üyesiydi. Kampüste belinde tabancayla dolaşırdı. Kızları kendisiyle birlikte olmaları için silahını göstererek tehdit ederdi." İyad Allavi'nin o dönemde epey vukuatı olduğu, kan bile döktüğü ama Hasan El-Bekr liderliğindeki Baas iktidarınca örtbas edildiği öne sürülür. Azzavi'nin bir iddiası daha var: Allavi'nin diploması dandik; sınavlara girmeden, Baas'ın emriyle verildi. 1960'ların sonunda Allavi'yi Londra'da buluyoruz. Baas'ın ayarladığı bursla, İngiltere başkentine gönderildi. Ama asıl görevi, yurt dışındaki Iraklı öğrencileri izlemek ve Bağdat'a rapor etmekti. Bunun için bir unvana ihtiyacı vardı. Verildi: "Avrupa'daki Iraklı öğrenciler derneğinin başkanı." Bu sayede Avrupa'da rahatça seyahat etti, Baas muhalifi ve "hain" Iraklı gençlerin listesini çıkardı. Bunların pek çoğu rejimin gizli servis görevlilerince etkisiz duruma getirildi. Epeycesi fiziken ortadan kaldırılarak. O dönemde de Allavi'nin eline kan bulaştığı söylenir. 1969 sonunda başkan yardımcılığına gelen Saddam Hüseyin'le nedense iki yıl sonra araları açıldı. Bazılarına göre kişisel husumet. Bazılarına göre ise siyaseten yollarının ayrılması. İyad Allavi o sıralar Baas'ın kuruluş ilkelerine bağlılığıyla övünüyordu. Ortadoğu gençlerinin ezici çoğunluğu gibi sosyalist ve Arap milliyetçisiydi. Devrimin ideallerine yürekten inanıyordu. Saddam ve onun Tikritli aşiretinin partiyi çizgisinden saptırmalarına başkaldırdı.
Resmi biyografisine bakılırsa, 1971'deki bu kopuş sonrası Allavi parti üyelik kartını yırttı ve çekip gitti. İzine Beyrut'ta rastlandı. Bir süre sonra Londra'ya döndü. O sıralar 27 yaşındaydı. Hayatının daha sonraki 5 yılı yoğun sisle örtülü. Geçiş dönemi hükümetinin başına getirildiğinde Bağdat'ta koalisyon güçleri komutanlığınca dünya basınına dağıtılan CV'sinde, 1976'da ikinci diplomasını kazandığı, üç yıl sonra da doktorasını yapıp Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nda (PNUD) danışman olarak çalıştığı belirtiliyordu. O yılların sis perdesini yırtmaya çalışanların öne sürdükleri gibi, gizlice Baas rejimine hizmet vermeye devam mı ediyordu? Yoksa bir başka grup "uzman" ın söylediği gibi, İngiliz MI 6 servisinin hizmetinde çifte ajan mıydı? Cevap: Yorum yok. Bilinen bir şey var; rejimle "resmen" ve "alenen" bağlarını kopardıktan 7 yıl sonra 4 Şubat 1978'de Londra'daki villasına, kimliği belirsiz 3 kişi girdi ve ona 3 hançer sapladı. Biri başının arkasına, biri göğsüne, biri de kalçasına. Bu sonuncusu "Az daha bacağını biçip atıyordu" anlattığına göre. Yine ona inanmamız gerekirse, kiralık katiller öldüğünü sanıp, geldikleri gibi gittiler. Ama ölmemişti. MI 6 sahte bir kimlikle Galler'deki bir kliniğe yatırdı. Bir yıl sonra ortaya çıktığında sapasağlamdı. (Not: Böylesine ciddi bir saldırıdan ve en hayati noktalara saplanan üç hançerden iz kalmaz mı? Kalmadı. Ne kafasının arkasında ne göğsünde ne de doktorların "Hiçbir şey yapmasa, en azından ömür boyu sakat bırakır" dedikleri kalçasında.) Ailesi o günlerde, meçhul kişilerden tehdit aldığını söylüyor: "Mars'a bile kaçsanız, sizi buluruz." Allavi'ye göre, bu "tehdit", asla bulunamayan kiralık katillerin "Bağdat'taki kötü kalpli büyücü"nün, yani Saddam'ın uşakları olduğunu gösteren en somut delildi. Bazılarına göre ise "Allavi'nin Baas'ın önemli isimlerinden biri olduğunu, çok şey bildiğini ve bildiklerini MI 6'ya aktardığını, o yüzden Irak gizli servisi Muhaberat'ın onu ortadan kaldırmak istediğini" gösteren açık-seçik kanıt. Irak diktatörünün 1980 Eylül'ünde İran'a savaş açmasıyla 8 yıl sürecek yıkım dönemi başladı. İngiliz pasaportu taşıyan Allavi zamanının çoğunu "Irak'a komşu ülkeler"de geçiriyordu: Ürdün, Suriye, Kuveyt, Suudi Arabistan... Ordudaki ve Muhaberat'taki Basçı subaylarla köprüleri asla atmamıştı. Çünkü onların da kendisi gibi, Saddam'ın ülkeyi felakete sürüklediği görüşünde olduklarını biliyordu. Buyrun size Allavi'ye bir müşteri daha... 1983'te Suudi Arabistan gizli servisi ona çengel attı. Dükkanını, pardon mekanını Cidde'ye taşıdı: Özgür Irak Radyosu oradan Irak halkına yayına başladı. Gerçi -Saddam'ın adamlarının dışındapek dinleyicisi yoktu ama adının unutulmamasını sağlıyordu. Bu "misyon"un yanı sıra petrol ticaretine atıldı ve küçümsenmeyecek bir servet edinmeyi başardı. Saddam'ın ABD'nin "Çöl Fırtınası" harekatıyla Kuveyt'ten kovulduğu ve rejiminin sallanmakta olduğu 1991 Şubat'ında Allavi, 1970-1982 arasında Irak'ın BM temsilcisi olan Salih Ömer Ali El-Tıkriti ile birlikte "Al Wifak"ı kurdu. Yani, "Irak Ulusal Uzlaşma" hareketini. Önerinin sahibi Suudi Arabistan gizli servisinin şefi Prens Türki İbn Faysal'dı. Amacı, çok da uzak olmadığına inandığı Saddam sonrası dönem için kendisine yer ayırtmak olan Allavi'nin de işine gelmişti proje. Ancak Baba Bush'un bugün bile nedeni tam olarak anlaşılamamış politika değişikliğiyle Saddam iktidarda kalınca, Allavi'nin umutları da hesapları da çöktü.
Ertesi yıl Suudiler, Amerikalılar ve İngilizler'in baskısıyla bir başka Saddam muhalifiyle, Ahmet Çelebi'nin Irak Ulusal Kongresi'yle işbirliğini kabul etmek zorunda kaldı. Çelebi'yi çok iyi tanıyordu; yukarda belirttiğimiz gibi akrabasıydı. Ortak yönleri o kadarla kalmıyordu: Kendilerini yönlendiren gizli servisler aynıydı, ikisi de Irak Şiileri'nin laik kesiminden geliyordu, ikisi de aynı yaşlardaydı: Allavi 1944'te doğmuştu, Çelebi ise 1945'te. Ama birbirlerinden nefret ediyorlardı. Haklarını yemeyelim; Londra'daki özel kulüplerde karşılaştıklarında başlarını çeviren küs iki İngiliz soylusunun centilmenliğini elden bırakmadan. 1995 Ekim'inde Çelebi, Irak'ta halk ayaklanması koşullarının oluştuğuna Amerikalı patronlarını inandırdı. Onlar parayı verecek, Çelebi de Kuzey Irak'taki karargahından (Celal Talabani ile birlikte) isyanı yönetecekti. Afganistan'da Ahmet Şah Mesud'un kuzeyden Taliban'a karşı yürüttüğü savaştan esinlenilmişti. Allavi bu plana asla güvenmedi. Haklı çıktı. Biraz da Mesut Barzani'nin sayesinde: Çünkü Talabani'nin başına devlet kuşu konması olasılığına bile katlanamayan Barzani, isyanı yönetecek Çelebi'nin generalinin Saddam denetimindeki Irak topraklarına geçişine izin vermedi. Sonrası malum... Kan gölünde boğuldu girişim. CIA dört ay sonra ikinci darbe girişimini hazırladı. "Bu kez şansını deneme sırası sende" denildi Allavi'ye. 1996 başında düğmeye basıldı. CIA tam 6 milyon dolar verdi. Suudiler ve Kuveyt de bir o kadar. Ürdün operasyonun üssü olmayı kabul etti. İşi yine Iraklı generaller kotaracaktı. Allavi yüksek rütbeli onlarca subayın desteğini sağlamakla övünüyordu. Operasyon tarihi olarak saptanan haziran sonundan bir ay önce Allavi boşboğazlık yaptı: Washington Post'a "Saddam rejimine karşı gizli bir operasyonun eli kulağında olduğunu" açıkladı. Kimse inanmadı. Saddam hariç. Çünkü Allavi'nin Irak'a gönderdiği adamlardan birini ele geçirmiş ve konuşturmuştu. 20 Haziran'da tutuklamalar başladı. 10 gün içinde 30 kadar general kurşuna dizildi. 120 subay da cezaevine konulup işkenceden geçirildi. Tahminlere göre 800 dolayında subay bu temizliğin kurbanı olacaktı. Tam fiyasko! Dosya gizlice CIA'nın Langley'deki yüklü Irak arşivine kaldırıldı. Yine de takdir etmek gerekiyor. Ama şöyle ama böyle, Irak'ta iktidar merdiveninin son basamağına ulaşmayı başardı. O fiyaskodan 7 yıl sonra da olsa.
Saddam rejiminin devrilmesinden sonra ABD'nin Irak genel valiliğine getirdiği Paul Bremer, 2003 Temmuz'unda onu güvenlik komitesinin başına atadı. Sonra geçiş dönemi yönetiminden geçici hükümete atlanırken, mühür Allavi'ye teslim edildi. Şimdi Irak'ı seçime götürmeye çalışıyor. "Biliyoruz" diyor Iraklı bir yorumcu, "Allavi'yi başımıza getirmek CIA'nın Irak'la evlenmesi gibi bir şey. Ama bugün en öncelikli sorun güvenliğin sağlanmasıysa, Allavi kötülerin en iyisi: Şii ama laik. Sünniler'e yakın ama onlardan değil. Amerikalılar'la, İngilizler'le, Suudiler'le arası iyi. İran'la iyi değil ama Ayetullah Sistani onu destekliyor. Kısacası Irak'a el atan herkeste eşit kuşkular uyandıran ama aynı zamanda hepsinin eşit ölçüde desteklemek ihtiyacını duyduğu biri." Bağdat'taki Sünni camilerinden El-Nur'un imamı Şeyh Ayad Avad'ın onu "Amerikalılar'ın askeri" olmakla suçlayınca gülerek verdiği cevap unutulacak gibi değil: "Siyasal bir örgütün yöneticisi olarak, 15 gizli servisle ilişkim oldu." Peki halk nasıl görüyor onu? Tek cümleyle özetlersek: "Bıyıksız Saddam."