İyi bir geleneğimiz var. Yeni bir eve taşınanlara, yeni evlenenlere, sevinçli bir olayın tebriğine giderken tatlı götürürüz. Ağız tadı olsun diye. Türkçemizde, "Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım", diye de çok sevdiğim bir özdeyiş var. İşte yeni yılın bu ilk pazar yazımda ben de konu olarak tatlıyı seçtim. Bütün bir yıl ağzımızın tadının eksilmemesi dileğiyle tatlıdan söz etmek istedim. Nedir tatlı? Sözlükler, bu tanımı ekşiye, acıya, biberliye karşıt olarak, ağızda "hoş" bir tat bırakan, insanı rahatlatan, "hoşluk" veren şeyler için kullandığımızı söylüyor. Demek ki, diğer tatlardan farklı olarak "hoş" bir şey tatlı. Bilimsel olarak da tat duyumuzun algıladığı dört temel tattan biri ve damağımızda ilk olarak algılananı o. Uzmanlar, tatlıyı ağzımızda öteki tatlardan önce, hemen algıladığımızı belirtiyorlar. Sonra onların dört ile sekiz saniye ardından da tuzlu ve acıyı algılıyoruz. Niçin tatlıdan hoşlandığımız sorusunu biyolojik açıdan yanıtlayan bilim adamları, ilk insanların tatlıdan hoşlanma yeteneğini, ham ve olgun meyveler arasındaki farkı öğrenmek için geliştirdiklerini söylüyorlar. Antropologlar ise daha ileri gidip, tatlının bir beslenme göstergesi olduğunu, doğadaki tatlı nesnelerin bize yararı dokunduğunu, buna karşılık acı nesnelerin zehirli olabileceğini telkin ettiğini öne sürüyorlar. Gerçekten de küçük çocuklarla hamile kadınların acı tatlara karşı çok hassas oldukları biliniyor. Öte yandan, doğadaki vitamin açısından zengin bitkilerin çoğu tatlı. Biz insanlar tezatlar karşısında hep olumlu olanları tercih ederiz. Tıpkı ölümün karşısında yaşamı, soğuğun karşısında sıcağı, sıkıntı çekmenin karşısında konforu tercih ettiğimiz gibi, acının karşısında da seçimimiz tatlıdır.
ANA SÜTÜ DE TATLI
Tarihçiler tatlı sevgimizi daha farklı bir açıdan yorumluyorlar ve tatlı sevmenin evrimsel ve genetik etkenlerin ötesinde, tarihsel açıdan yaşadığımız bölgeye, ekonomik ve politik güçlerin kimlerin elinde bulunduğuna ve ne kadar zengin olduğumuza da bağlı bir tercih olduğunu ortaya koymaya çalışıyorlar. Örneğin İngiliz toplumunun Avrupa'nın diğer topluluklarına göre tatlıyı daha fazla sevmelerini, başlangıçtan beri emperyalist bir ülkede yaşamalarına, tatlının ucuz kalori kaynağı oluşuna, toplumun onu lüks olarak algılamasına, halkın gündelik yaşamında önemli yer tutan çay ile bağlantılı olmasına bağlıyorlar. Tatlı sevgisi açıklamalarının ulaştığı en uç yorum, bunun kültürel programlanışımız sonucu olduğu. Eğer bu sav geçerliyse, tatlı sevgisi çok erken dönemde başlıyor. Nitekim anne sütü tatlı. İnsan vücudunun salgıladığı tek tatlı sıvı, anne sütü. Dolayısıyla tatlıya anne sütü ile alıştığımız ve ona bağımlı hale geldiğimiz söylenebilir. Yeni doğmuş bebeklerin anne sütüne başlamadan önce tatlıdan hoşlanıp hoşlanmadıklarını da araştırmış uzmanlar. Pennsylvania Üniversitesi'nden Prof. Jacob Steiner, ailelerinden izin alarak yeni doğmuş bebekler üzerinde bir araştırma yapmış. Henüz ağzına hiçbir şey koymamış bebeklerin değişik tatlar karşısındaki tepkileri gözlenmiş ve görüntüleri kaydedilmiş. Sonuçlar, ilk kez tatlarla karşılaşan bebeklerin sadece tatlıdan hoşlandıklarını, diğerlerini körpe damakları algıladığında, yüzlerini buruşturup tükürmeye çalıştıklarını gösteriyor. Profesör bundan sonra deneyi yetişkinler, hayvanat bahçesindeki şempanzeler, filler, kediler, köpekler, tavuk ve tavşanlar üzerinde de tekrarlamış. Sonuç hep aynı olmuş; acıdan hoşlanmıyor, tatlıyı ise hepsi hemen benimseyip seviyor. Birçok toplumda yeni doğan bebeğin ağzına bal ve benzeri tatlı bir yiyecek sürülmesi geleneği var. Modern tıp da bu uygulamayı ayakta tutuyor. Amerika'da yeni doğan bebeklere yüzde 5 oranında glikoz katılmış su veriliyor. Buna karşılık, bebekleri memeden kesilme yaşına geldiğinde, bazı toplumlarda anneler göğüs uçlarına sarısabır gibi acı bitkiler sürüyor. Bebek bu tattan mutsuz olup anne memesini bırakıyor. Yalnız bebeğe mi, loğusaya da "sütü gelsin" diye tatlı şeyler yedirilip içiriliyor. Loğusa şekeri ve şerbeti, günümüzde pek çok kişiye aşırı tatlı gelir. Ama binlerce yıldır tekrarlanan bu uygulamada hedefin, onu loğusayı tebrike gelenlere ikram etmek değil, çiçeği burnunda anneyi bu soylu görevini yapması için harekete geçirmek olduğu unutulmamalı. Tatlıdan hoşlanmak, her türlü tatlıyı sevmek anlamına gelmiyor. İnsanlar belirli tatlılık düzeyindeki şeyleri belirli ortamlarda tatmaktan hoşlanıyor. Örneğin bütün gün tatlı yiyebilen, bundan hoşlanan bir kişi çayını ya da kahvesini şekersiz tercih edebiliyor. Ya da tatlıdan hoşlanmayan biri tatlımsı keççabı patates kızartmasının yanına boca etmekten kaçınmıyor. Çocukların tatlıya olan düşkünlükleri daha fazla. Yaş ilerledikçe göreceli olarak istek azalıyor. Açıklama olarak, çocukların ağzında daha fazla tat gözeneği bulunmasının dışında, çocukların büyüme çağında enerji kaynağı glikoza daha fazla ihtiyaçlarının olması şeklinde yorumlanıyor. Biz insanlar sinirli ya da stresli zamanlarımızda daha fazla tatlı tüketiyoruz. Nitekim sigarayı bırakanların birden tatlı yiyeceklere olan düşkünlüklerinin artışının açıklaması da bu. Ülkelerde, bunalım dönemlerinde de tatlı tüketimi artıyor. Nitekim son yapılan araştırmalar Kuzey Amerika'da 11 Eylül saldırısından sonra şeker ve çikolata tüketiminde bir patlama yaşandığını gösteriyor. Öte yandan, tatlı nesneler arasında biri, çiklet, özellikle bu gibi bunalımlı ruhsal ortamlar için geliştirilmiş. Ayrıca kızlar, erkek çocuklara göre daha çok tatlı seviyor. Toplumdan topluma da tatlı sevgisi değişiyor. Örneğin Çinlilerin tatlıyla araları iyi değil. Tarih boyunca da böyle olmuş. Çinlilerin tatlı olarak niteledikleri birçok yiyecek Avrupalılara ekşi geliyor. Japonlar da Çinlilerden farklı değil. Örneğin Japonlar yemek üstüne "daikon" adını verdikleri bir tür turp turşusu yiyorlar. Bu, bizim gibi tatlıya düşkün ulusun çocukları için kolay katlanılabilir bir zulüm değil.
TATLI PAYLAŞILIR
Her toplum kendi tatlılarını tercih ediyor; bizler de. Bizim tatlılarımız birçok toplumun damak tadına göre daha şuruplu. Bunun böyle olmasında bence hiçbir sakınca yok. Sırf yabancılara yaranmak uğruna tatlılarımızın şeker miktarının azaltılması gerektiğini savunanlara kesinlikle katılmıyorum. Varsın başkaları tatlılarımızı fazla ağdalı bulsunlar. Eğer canları isterse yemek üstüne "daikon" yesinler, baklava değil. Yeter ki baklavamızın alıştığımız tadına dokunulmasın. Tatlı, esrarengiz bir şeydir. Ağzınıza atarsınız ve size bir şeyler olur. Siz onu değil, tatlı sizi içine alır, sarar sarmalar. Bir özelliği daha vardır tatlının; çoğul olarak tüketilir. Sadece onlu, otuzlu da daha çoklu paketler halinde alınmakla kalmaz, parça çikolata gibi kırılabilir irice tatlılar da iki ya da daha çok parçaya bölünerek yenir. Tatlı paylaşılır. Eğer başkalarıyla paylaşmıyorsak, onu kendi kendimizle paylaşırız. Bir bölümünü hemen tüketmeye kıyamayıp, daha sonraya saklarız. Tatlılarla oynama özgürlüğüne de sahibiz. Ağza alınan yiyecekleri çıkarmayıp çiğneyip yutma konusundaki görgü yasağını bile deler, elma, horoz şekeri, lolipop gibi tatlıları yalayıp, ağzımıza sokar çıkarır, zaman zaman da hayranlıkla seyrederiz. Evet, tatlı için söylenecek daha çok şey var. Nitekim bu yazımda şeker, çikolata ve diğer tatlıları adlı adınca anmamaya özen gösterdim. Onların her biri ayrı ayrı birer yazı konusu. Umarım yeni yılda hepimizin ağız tadı yerinde olur!..