Geçtiğimiz hafta Bodrum'da ilginç bir toplantı vardı. Amerika'nın en büyük marin grubunun en çok satan markası Bayliner'ın dünyanın çeşitli köşelerinden gelen 220 bayisi, hem 2008'in yeni modellerini gördü hem de ülkemizi ve Bodrum'u tanıma fırsatı buldu. Bu toplantının en önemli yönü, tanıtım için ülkemizin seçilmesiydi. Çünkü tekne üreticileri, yeni modellerinin tanıtımını 'kendi güçlerine göre' dünyanın herkesçe bilinen sükseli köşelerinde yapmayı tercih eder. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa bu buluşma, ülkemizde yapılan en büyük tekne firması toplantısı oldu. İnşallah diğerlerine de örnek olur. Tüm toplantı ve tanıtımlarını bugüne kadar hep Amerika'da yapan Bayliner'ın bu kez ülkemizi seçmesi, kendi bünyesinde bile bir parça serin karşılanmış. Ancak sonuç hem katılımcılar hem de organizasyonu yapanlar açısından mükemmel. Bunu, hem şirketin yabancı yöneticileri ile hem de Bayliner'in 2006 kalite büyük ödülünü de almayı başaran ülkemizdeki temsilcisi Trio firmasının yöneticisi Murat Bekiroğlu ile konuştuk. Belki inanmak çok zor, ama Türkiye ile ilgili hâlâ insanların inanılmaz önyargıları var. Bu önyargı, biraz da onların genel kültür eksikliğinden kaynaklanıyor. Ancak ne olursa olsun, kendi tanıtımımızı yeterince yapamadığımız gerçeğini de kabul etmek zorundayız. Belki şaka gibi gelecek ama bu devirde, gelen insanların arasında Türkiye'yi bir çöl ülkesi filan sananlar vardı. 'POLONYA GELİYOR' Böyle bir önyargı ile gelince de doğal olarak şaşkınlıkları da kat be kat artıyor. Abartmıyorum. Gökova, Bodrum ve de Kempinski Otel'i ve servisini görünce öylesine çarpılmışlar ki, aralarında Türkiye'ye yerleşmeyi bile düşünenler çıkmış. Yeni Zelanda'dan Amerika üzerinden, neredeyse dünyanın yarısından fazlasını uçarak gelen biriyle konuştum. "Türkiye'de üç gün nasıl geçer, diye korka korka gelmiştim. Şimdi ne kadar fazla kalabilirim diye hesap yapıyorum," diyordu. Sohbetlerde bir başka gerçeği öğrendim. Bayliner, 2000'li yılların başında Amerika'dan sonraki en büyük pazarı olan Avrupa'da üretim yapacağı bir ülke aramış. İlk adı geçen ülkelerden biri de Türkiye'ymiş. Ne acıdır ki, bu arama bizim ünlü ekonomik krize rastlayınca Bulgaristan'a yönelmişler. Kısa bir süre sonra da mafya işleri ve bürokrasi yüzünden pes edip, Polonya'ya yönelmişler. Sonuç: Polonya şu sıralarda şirketin ciddi bir üretim merkezi olmuş. Tüm konuşmalarımda "Acaba bizim için hâlâ bir geri dönüş, bir yeni yatırım imkânı olabilir mi?" sorusunun cevabını almaya çalıştım. Ama vardığımız nokta şu; Polonya, Avrupa'ya yakınlığı dışında, maliyetler açısından da ülkemize göre çok daha avantajlı. Özellikle de işçilik maliyetleri açısından... Yani şu andaki görüntüde bizim için pek bir ışık yok. Üstelik de yukarıda söylediğim gibi adamların ülkemizi gördükten sonra resmen çarpılmış olmalarına, yetişmiş büyük insan gücümüze rağmen... Kaçırdığımız imkânın ne kadar büyük olduğunu anlamamız için şirketin yıllık üretimlerine bakmak yeterli. Bayliner, yılda yaklaşık 20 bin tekne üretiyor. Şaka gibi değil mi? Neredeyse bir yılda Türkiye'deki tüm özel teknelerin tamamı kadar tekne üretiyorlar. Yılda 20 bin tekne üreten biriyseniz, doğal olarak motor şirketlerinden en ufak aksesuara kadar kullandığınız her şeye karışma gücünüz de oluyor, pazarlık gücünüz de... Konuşmalarımda beni en çok etkileyen sözü ise şirketin Avrupa Satış Müdürü söyledi: "Türkiye özellikle büyük yatlarda başarılı işler yapıyor. Ama bir sektörün ülkenin oturmuş sektörlerinden biri olup, gelişebilmesi için önce kendi iç piyasasının güçlü olması gerekir. Denizciliğinizi ne kadar geliştirirseniz, sektörünüz de o kadar gelişecektir." Ne kadar doğru değil mi? Teknecilikte önemli işler yapmaya başladığımız şu son yıllarda, paralel olarak amatör denizciliğimizde de ciddi gelişmeler yaşanmıyor mu? Peki, marinalarda tek bir tekne koyacak yerimiz kalmamışken bu ülkenin amatör denizciliği nasıl gelişecek?