Malum MİT krizinden bu yana fitne ve fesat kazanlarını kaynatmak, AK Parti ile Gülen hareketi arasında şiddetli bir kavga çıkmasını sağlamak, eski Türkiye kuvvetlerinin tek arzusu olmuş durumda... Görüyorlarki hiçbir zaman 2002 öncesi gibi kaotik bir hükümet modeli kuramayacaklar... Bu milletin çoğunluğunun arzu ettiği Türkiye tasavvuru belli, bu anlamdaki siyasi tercihleri de belli... Bugünün Türkiyesi'nde, arkasında TSK ve zinde güçler desteği olmadan CHP'nin iktidar şansı çok uzun bir süre daha yok. Yeni Türkiye'de CHP esasen önemli bir aktör de değil. Ancak TV programlarında makara yapmak istendiğinde, CHP içi işler gündeme geliyor, gülünüp eğleniliyor. CHP'nin en üst düzey adamları bile "Atatürk çıksa CHP'nin başına geçse oyumuz en fazla yüzde 30," diye açıkça itiraf ediyor. Yeni Türkiye denkleminde kurucu siyasi aktör bellidir. Adalet ve Kalkınma Partisi... Yeni Türkiye denkleminin kurucu siyasi lideri de bellidir: Recep Tayyip Erdoğan... Abdullah Gül şüphesiz bu sürecin Erdoğan'dan sonraki en önemli lideridir. Bu değişim ve yeniden kuruluş sürecinin sivil alandaki en önemli gücü de bir gönüllüler hareketi olan Hizmet'tir. Yani diğer bir deyimle Fethullah Gülen Hareketi'dir. Bu ülkede AK Parti mensubu olmayan milyonlarca insan, nasılki kendi değer ve ideallerinin siyasi lideri olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı görüyorsa... Aynı şekilde Gülen hareketi mensubu olmayan milyonlarca insan da kendi değer ve ideallerinin manevi önderi olarak Fethullah Gülen'i görmektedir. Erdoğan'ın siyasi liderliği kendi sosyal tabanının Türkiye tahayyülünü hayata geçirmeye çalışırken, bir yandan da o sosyal tabanı daha özgürlükçü, daha evrensel bir perspektif yönünde dönüştürmüştür. Elbette Recep Tayyip Erdoğan bunu bu toprakların temel direği olan İslam ortak zemininden hareketle yapmıştır. İttihatçı-Kemalist ideolojiyle tamamı zehirlenmiş bu toprakların yeniden bir imparatorluk ufkuyla buluşabilmesi, tüm farklılıklara saygılı, tüm yurttaşların temel haklarının korunduğu bir Türkiye'ye geçilmesi ancak böyle mümkündür. Bu topluma dokunmayan, bu toprakların anadilinden anlamayan steril ve hijyenik sekülerist bir zeminden hareketle özgürlükçü-demokrat bir Türkiye kurulamaz. Bu steril ve hijyenik dilden hareketle, köksüz sekülerist bir ideolojik zeminden hareketle savunulacak bir liberalizmin, demokratlığın, AB yandaşlığının bu ülkede karşılığı yoktur. Böyle savunulan bir özgürlükçü-demokrat tasavvur, en çok ulusalcı-faşistlerin hoşuna gider, böylece toplumun çoğunluğu olan dindarları İttihatçılık ve milliyetçilik yönünde manipüle etme imkanını bulurlar. Aynı İttihatçı- Kemalist strateji dindarların da dünyaya kapalı, Batı medeniyeti karşısında kompleksli ve saldırgan, üçüncü dünyacı, devletçi, sosyalist bir yönde politika yapmasını çok ister. Dindarlar böyle sekter bir yolda oldukça marjinalize edilmeleri ve yok edilmeleri kolaylaşacaktır. O yüzden şimdi de laikçi kanallar bu tarz devri geçmiş 'İslamcı'lığa bayılıyorlar, sabah-akşam çıkarıp bu üçüncü dünyacı sözde anti-emperyalist 'dinci' tipleri konuşturuyorlar. Ergenekoncular bayılıyorlar böyle 'Müslüman' tiplere... Keşke bu toprakların Müslümanları da şirket kurmak, dışa açılmak, ihracat yapmak, çocukları en iyi yerlerde okutmak, dünyayla entegre olmak, evrensel ufka sahip olmak gibi hedefler yerine kendi yerel çapında kalan,öfkeyle histeri nöbetleri geçiren, kendi dışındaki dünyaya düşman olan, sermaye sahibi olmayı günah sayan, şiddete bulaşan insanlar olsalardı, işler ne kadar kolay olurdu.
DEVRİMSEL DEĞİL, EVRİMSEL YÖNTEM
İşte Recep Tayyip Erdoğan siyasi alanda bu oyunları bozan bir lider olduğu için büyük bir liderdir. Erdoğan, kendi toplumsal tabanının çok ötesinde bir siyasal vizyona sahip bir adamdır. Ama bu dönüşüm sürecini adım adım gerçekleştirmiştir. Devrimsel değil, evrimsel bir yöntem izlemiştir. O yüzden sadece Türkiye'nin kaderinde değil, dünyadaki tüm Müslüman halkların kaderinde önemli yere sahip olan ve olacak bir siyasi liderdir. Bunu bugün yazıyorum ve 2032 geldiğinde çok daha haklı olduğum görülecektir. Özellikle sekülerizm paradigmasıyla toplumu bir türlü anlayamayan ama özgürlükçü değerleri de samimiyetle savunmaya devam eden aydınlar bunu görecekler. Bu değişim sürecinde Recep Tayyip Erdoğan, siyasal anlamda ne kadar önemliyse, sivil anlamda da Fethullah Gülen o kadar önemlidir. Sivil alanda toplumun çoğunluğu olan dindarları üçüncü dünyacı,içe kapanmacı sapkın eğilimlerden koruyan temel sivil örgütlenme Gülen hareketi olmuştur. Gülen de bunu tıpkı Erdoğan gibi devrimsel değil, evrimsel bir yöntemle gerçekleştirmiştir. Beyinleri "Bütün dünya biz Müslümanlara düşman," diye formatlanmış milyonlarca Anadolu gencinin bu sapkın inançlarını kıran ve onlara İslam'ın evrensel mesajının emrettiği küresel başarı vizyonunu sunan manevi önder Fethullah Gülen'dir. Anlamsız korkularla, paranoyalarla kabuğundan dışarı çıkamayan milyonlarca dindar insanımız, dünyanın 189 ülkesinde iş yapan, üreten, başaran sembol insan modelleri haline gelmiştir Fethullah Gülen sayesinde. Yaşanan bütün gündelik nefs ve iktidar kavgaları gider geriye yukarıda anlattığımız o gerçek tablo kalır. Sel gider kum kalır. Erdoğan'ın siyasi liderliği ve Gülen'in manevi önderliği birbirlerinin mütemmim cüzüdür. Önümüzdeki 12 yıl daha bu böyle olacaktır. Bu bütünlüğün parçalanması atomun parçalanması gibidir ve sonuç BÜYÜK FELAKET olacaktır. Bu felakete bu millet izin vermez...