25 Kasım 2016
Nick Hornby'yi birçok insan bilir ama tanımaz. Yıllar once Stephan Frears onun çok güzel bir romanını film yaptı: High Fidelity. O da gerçekten güzel bir film oldu. Hornby güçlü bir yazardır. Bütün o tür yazarlar gibi yapıtları, ister roman ister öykü olsun, yüksek edebiyatla popüler edebiyat arasında bir yerde durur. Önemli olan bu değildir. O edebiyatın içinde yaşadığımız hayata bir ışık tutmasıdır ki, Hornby bunu hem de nefes nefese yapar. Gündelik hayatın, içinde yaşadığı hayatın kesitlerini getirir ve onları 'insanca, çok insanca' bir meseleyle bütünleştirir. Geride bir de nefis mizah saklar, metinleri yer yer kara gülmeceye dönüşür. Severim, kısacası.
Ama ne hikmetse, zihnimde onu ha bire Amerikalı yazar (ve galiba ötekine göre daha çok sevdiğim) Nicholson Baker'la karşılaştırır dururum. Çok mu benzer yazarlardır derseniz, evet öyledir diyemem ama bende böyle bir yaklaşım var.
DOT'u da çok severim. Daima namuslu, derinlikli, gerçek bir tiyatrodan yana oldular. Tiyatroyu tepeden tırnağa bir deneysellik olarak görmediler. Tersine, oyunculuk çabasını, biraz daha zorlarsam 'klasik performans' diyeceğim o çabayı çok önemsediler. Güzel, etkileyici, sert oyunlar sahnelediler. 'In-yer-face' (al suratına) denen o gerçekten ürkütücü tiyatroyla başladılar. Şimdi daha ılımlı bir yerdeler. En azından ben gördüğüm oyunlarda bunu seziyorum.
İşte DOT-Hornby işbirliği Bunu Ben de Yaparım oyunuyla sahnede. Bu aslında bir öyküsü Hornby'nin. Özgün adı Nipple Jesus (Meme başı İsa). Böyle çevrilmesi hem hoş hem biraz sorunlu. Hoş, çünkü, neticede, meme başlarından yapılmış bir İsa resminin güvenlik bekçisi ve bu işlerden hiç anlamayan kişinin gözlemlerini yansıtıyor. Eh, çağdaş sanat karşısında da insanlar en fazla bu deyimi kullandığından, onu başlık olarak seçmişler. Öteki ise oyunu, metni daha fazla açıklıyor. Hornby gibi bir yazar, böyle bir başlık seçmişse, ona biraz daha yakın bir isim bulmak gerek.
Oyun tek kişilik. İbrahim Selim oynuyor. Biraz daha mesafeli başlıyorsa da mükemmel devam ediyor. Çeviri de, Selim'in getirdiği emprovizasyonlar da çok iyi. Böyle oyunların mümkün olduğunca gündelik, argo, küfür diline yakın olması gerek. Başarmış o işi bu Türkçe metin.
Tabii, benim tek kişilik oyunlarla bir sorunum var. Nereden sonra 'stand-up'tır, nereden sonra tek kişilik performanstır, bunu ayırt etmek oyuncunun maharetine kalmış.
Mesela geçen sezon gördüğüm Bülent Emin Yarar'ın oynadığı Hamlet, tek kişinin oynadığı çok kişili Hamlet tam manasıyla bir 'tiyatro'dur, o bile yer yer stand-up'a kayıyordu, anlaşılır nedenlerden. Selim daha o çizgiye yakın duruyor. Eh, anlıyorum, izleyiciyle bir ilişki kurmak da gerek.
Bu kadar sözel, anlatımcı bir oyunda uzaklaşmak zorsa da ben biraz daha işin o kısmının geriye çekilip, oyunculuk performansının yoğunlaştırılmasını isterdim ama Selim, çok sınırlı bir gövde ve mekan kullanımıyla yapmak istediğini yapıyor.