28 Eylül 2016
Magazine eklerini okumam.
Eskiden popüler kültür kuramına daha fazla ilgi duyduğumdan ucundan kulağından bakardım.
Hatta bir dönem Milliyet gazetesinin ekinin iki tam göbek sayfasında o dönemdeki asistanlarımla birlikte müthiş bir popüler kültür bölümü hazırlıyorduk.
Asker fotoğraflarından berberlere kadar her şeyi ele alır, üstüne gider, incelerdik, ne ifade ettiğini onların hayatımızda, sorgulardık. Şimdi neredeyse tümden bıraktım. Halbuki, görüyorum, gazeteler ek, ekler gazete haline geldi.
Neyse, konu başka. Nereye dönsem, Türk ve yabancı basında, yaşlı kadın, genç erkek çiftlerle burun buruna geliyorum. İngilizcede bu tür kadınlara 'cougar' deniyor.
Panter/puma anlamında.
Gene böyle bir haberle karşılınca geçenlerde, bu konudaki büyük romanları anımsadım.
Flaubert'in Duygusal Eğitim'i böyledir. Balzac'ın Vadideki Zambak'ı böyledir. Colette'in Cheri'si (Caniko adıyla çevrildi) böyledir. Romanı değil de filmi dünyayı kasıp kavuran Charles Webb'in Graduate (filmi Mektepli adıyla gösterildi) böyledir.
Mario Vargas Llosa'nın Julia Teyze'si böyledir. Benjamin Constant'ın Adolphe'u böyledir.
Turgenyev'in İlk Aşk'ı böyledir. Daha saymamayım, ne kitaplar var.
Var da, düşünüyorum, bizim romanımızda bu konuyu işleyen kitaplar aklıma gelmiyor. Yasak aşk vardır.
Aşkı Memnu, Eylül ilk elde akla gelen yapıtlar, klasikler söz konusu olduğunda. Ama yukarıda saydığım türden, kahramanlarının başlı başına bir 'tip' olduğu, kalıcılık kazandığı romanlar, hayır yok.
Nasıl açıklayacağız bunu?
Roman kent soylu bir iştir.
Bana göre aşk da kentli bir olgudur. Bu yanımız eksik mi diyeceğiz? Batı romanı, La Princesse de Cleves'den (1678) başlayarak, Laclos'nun Tehlikeli İlişkiler'inden (1782) başlayarak hep yerleşik ahlaka karşı çıktı. İş, Sade'a, Genet'ye, Bataille'a kadar geldi.
Bu yöndeki tutuculuğumuz veya kültürümüz mü bizi bu yaklaşımlardan alıkoydu? Romanımız genelgeçer ahlakın kurallarını benimseyerek, ona tepki göstermeyerek mi, doğdu ve gelişti?
Öyleyse bile bunu asla bir eksiklik olarak görmüyorum.
Farklı ve özgül bir kültürden gelen toplumun gerçeği olarak ele alıyorum. Romanımızı mukayeseler içinde değil, kendisi olarak okumak gerek.
Oradan hareketle de yukarıdaki sorulara evet diyorum.
Romanda toplumsal ve tarihsel meseleleri ele aldık, tipleri onun etrafına yerleştirdik ama onları çoğu zaman karakter yapamadık. Yani birey oluşturamadık! Yoksa, bizde misli misli vardır, 'panter kadın'lar...
Hele ki, bu konunun genç erkekler arasında bir fantezi olarak yaşandığı düşünülürse...
29 Eylül 2016
Demokratik küratörlük
İstanbul'un her yerinden sergiler fışkırıyor. Yepyeni sanatçılar var. Eski sanatçılar var. Ben de harıl harıl çalışıyorum.
Akbank Sanat'ta açılan bir serginin küratörüyüm.
Yepyeni bir model deniyorum orada. Küratörler son on beş yılın büyük 'olay'ı.
Nasıl yıldız mimarlar varsa, yıldız küratörler de var. Olacak elbette. Ama geçen zaman içinde benim küratörlerle değil de küratörlük kurumuyla sorunlarım büsbütün su yüzüne çıktı. Bunların bazıları bilinen şeyler. Örneğin küratör, eleştirmenin yerini alıyor diye eleştirilmekte. Bu beni o kadar rahatsız etmiyor. Doğru olduğuna da inanmıyorum.
Eleştirmen çıkar, gerekirse küratörü de eleştirir. Hele sergiyi bir bütün olarak eleştiriyorsa küratör payını haydi haydi alır.
Asıl mesele küratörün sanatçıları eritmesi. Artık ortada sanatçı yok, küratör var. Bunu çok sanatçılı sergiler için belirtiyorum.
Küratör kavramı seçiyor, bir metin yazıyor, sanatçıların işlerinden oluşsa da sergi, onun, bu işi kotaranın damgasını taşıyor.
Oysa küratörlüğün de demokratik bir pozisyonu, kapsamı, eylemi olmalı.
Kavramın tartışılarak oluşturulması.
Sanatçıların kavram karşısındaki konumları. Onu ele alışları. Kendilerini ve yapıtlarını onunla bütünleştirmeleri.
Nihayet görüşlerini dile getirmeleri.
Sanat Rastlantısı/Rastlantının Sanatı adını verdiğim/ iz bu sergide tam da böyle bir yol izledim. Yazdan beri çalışıyor, tartışıyoruz. Yetmedi.
Her sanatçıdan konu ve yapıtıyla ilgili bir metin istedim.
Onları da yapıtlarının yanına yerleştirdik. Bunlar birbirleriyle çelişebilir, uzlaşabilir.
Hiç önemli değil. Önemli olan bu paylaşımcı, katılımcı ve demokratik ortamı oluşturmak.
Açıp arşivleri baksınlar.
On yıl önce bir tek sanatçıya sergi yaptığımda, 'solo serginin küratörü olur mu' diye herkes ayağa kalkmıştı. Şimdi herkes teker teker sanatçılara sergi düzenliyor.
On yıl sonra yeni bir bombanın pimini çekiyorum.