18 Ocak 2016
Her zaman çok sevdim John Berger'i. Görüşlerine kimi yerlerde katılmadım. Ama bu neyi değiştirir? Son kertede dünyaya ahlakın, sağduyunun ve vicdanın içinden bakmayı bildi, uzun ömrü boyunca. Bu onun siyasal duruşuydu ve çok önemliydi.
Öte yandan Berger, bir kuramcı değildi, asla olmadı, daima bir denemeci olarak kaldı fakat sanatı kendisine çıkış noktası alan bir deneme yazdı. Büyük sezgileri vardı. Bu nedenle Görme Biçimleri bir nesil için (belki hâlâ) ufuk açtı, yol gösterdi, ışık tuttu. Görmenin ideolojik bir gerçek olduğunu söylüyordu. 'Görüşümüz' de bu durumda gene ideolojik bir 'edim'di.
Asıl onun Şeker Ahmet Paşa hakkında yazdıklarından çok yararlandım. Belki küçük bir saptama yapmıştı ama ancak Batı kültüründen gelmiş, görselliğin kuramı ve ideolojisi üstünde düşünen, resim eğitiminden geçmiş birisinin saptamaları olabilirdi yazdıkları. Ben de ondan yola çıkarak birçok şey kaleme aldım, onları Türkiye'de Görsel Bilincin Oluşumu kitabımda bir araya getirdim. Yani, bir manada ustamdır diyebilirim.
Geçen yıl yayınlana Portraits kitabını da (Verso Yayınları) büyük bir zevkle okumuştum. Hele Nazım Hikmet hakkında yazdıkları unutulmazdı.
Bilmiyordum, meğer eski dostum, o çok güzel ve değerli Express ve Roll dergilerinin editörü Yücel Göktürk onunla bir mülakat yapmış. Hatırlıyorum, Roll'da böyle bir bölüm vardı, bir kişiye bazı parçalar dinletiliyor, üstünde konuşuluyordu. Bu işi telefon üstünden Berger'le de gerçekleştirmişler. 2009 yılında Roll'da yayınlanan söyleşi şimdi kitap (Metis Yayınları).
Ne kadar güzel! Çok önemli, dikkat çekici, çarpıcı şeyler söylemiyor Berger, kendisine şarkılar, müzikler dinletilince, onların üstüne. Gene de bütün havası söyleşinin Fransa'nın bir köyünde yaşayan, toprakla iç içe bu çok derinlikli adamın dünyasını yansıtıyor. Güzel parçalardan söz ediyorlar, ilginç sözler gelip gidiyor. Kitabın sonunda da 'armağan' olarak Berger'in 'ekonomik faşizm' üstüne yazdığı bir metin yer alıyor.
Her yönüyle, boyutuyla büyük bir sürpriz İstanbul'dan Gelen Telefon.
21 Ocak 2016
SABAH'TAN SANATA DESTEK
SABAH, yeni bir proje başlattı. Kültür-sanat kurumlarıyla yazarları bir araya getiriyor. Bugün Akbank Sanat yöneticileriyle buluştuk. Doğrusu bu görüşmede benim durumum biraz 'ilginçti'. 19 yılı aşkın süredir Akbank Sanat'ın Danışma Kurulu Üyesi olarak görev yapıyorum. 2007'den beri de SABAH'ta yazıyorum. Masanın iki yanında da oturabilirdim. Bu defa SABAH ekibine katıldım.
Çok önemli işler yapan bir kurum Akbank Sanat. 40 yıl geriye giden bir geçmişi var. Genel Müdürlerden Hamit Belli Bey'in ve eşi Leyla Belli Hanım'ın vizyonundan ve emeğinden doğmuş. Sabancı ailesinin de cömertliğinden yararlanmış. Pek ortada görünmeyen bazı kurumların, az olsun entelektüel olsun kabilinden yaklaşımlarına mukabil Akbank Sanat gümbür gümbür proje ve etkinlik üretiyor.
Çocuk tiyatrosundan konserlere, mükemmel caz festivalinden film gösterimlerine, kültür-edebiyat- felsefe seminer ve konferanslarına kadar her alanda programları var. Ama ne programlar! Çağdaş sanat atölyeleri düzenliyor. Baskı atölyesine sanatçıları davet ediyor. Günümüz sanatçıları sergisini organize ediyor. Küratör Yarışması başlattı. Günümüz sanatının evrensel isimlerine sergiler hazırladı. Yönetici Derya Bigalı Hanım geldi, bu konularda bilgi verdi. Ben de bu defa SABAH ekibinden olarak bu etkileyici çalışmalara bir an için 'dışarıdan' bakma olanağını buldum.
Akbank Sanat'ı mutlaka sosyal medyada ve internette izleyin. Tamamı ücretsiz programlarına katılın. Şehrin ortasında, o kadar değerli kütüphanesinden yararlanın. Akbank Sanat'a da SABAH'a da teşekkür borçluyum.
0 Ocak 2016
CİMRİ
Aslında çok daha farklı, çok çarpıcı bir oyun göreceğimi sanarak gitmiştim Semaver Kumpanya'nın sahneye koyduğu, oynadığı Cimri'ye ama pek aradığımı bulamadım. Karşıma bildiğim, tanıdığım bir oyun çıktı. Neredeyse tepeden tırnağa 'klasik' bir sahne anlayışı ve yorum. İnsanların gündelik kıyafetlere bürünmesi, bu 1668 tarihli, Moliere oyununu yenilikçi, öncü bir oyun düzeyine taşımıyor.
Bu bir yergi mi, hayır değil. Kendi tercihimi yazıyorum. Böyle bir tiyatro var. Ben buna 'ezber tiyatrosu' diyorum. Bir metnin son kertede ezberlenip canlandırılması. Ama her şey gibi o da iyi yapılabiliyor, kötü olabiliyor. Cimri, türünün en iyi örneklerinden.
Ama Semaver Kumpanya'da hep çok 'öncü', hatta deneysel oyunlar izlediğimden karşılaştığım Cimri'ye burun kıvırışım demeyim de mesafeli duruşum bana İngilizce bir sözü anımsattı: Başarısının kurbanı olmak. Hem o tür oyun sevdiğimden hem de bu sahnede onları gördüğümden, Cimri'ye de benzeri bir beklentiyle gitmiştim, olmadı.
Bu gibi oyunlar sonunda tek kişinin yeteneği ve performansıdır. Bu oyunun 'kralı' da Serkan Keskin. Çok iyi bir oyuncu olduğuna kuşku yok. Filmlerinde de izledim onu. Müthiş! Neredeyse 'döktürüyor' diyeceğim. O kadar iyi.
Sezin Bozacı da bir o kadar. Gene de Keskin, başlı başına bir iş çıkarmış.
Semaver Kumpanya'yı, o felaket salonuna rağmen seviyorum. Yer aldığı küçük meydan, Kocamustafapaşa, girişteki aşçı dükkanı, yandaki kahvehane, yol boyu sırlanmış tatlıcılar, sokak ışıkları, gece yarısı bile her yerin gündüz gibi canlı olması başlı başına bir serüven.
Her şey o kadar iyiydi ki, yanlış yere park ettiğim için çıkışta bulamadığım arabamı ekiplerin çekip götürmüş olması dahi canımı sıkmadı. Hele park yerini bulmak için girdiğim kahvede, etrafındakileri itip, yanıma yaklaşan, "Tarif bende" diyen, boynuna çift fular takmış, saçları neredeyse kırmızı boyalı kişi ömre bedeldi...