25 Ocak 2016
Tahsin Yücel öldü. Haberini televizyondan tesadüfen aldım. Ama cenazesine dair bir şey duyamadım. Meğer dün kaldırılmış.
Bilseydim de gidemezdim.
Katılamadığım için üzüldüm, çok isterdim. Zeynep Oral çok güzel yazmış.
Hiçbir yerde tek bir satır haber, yorum yok. Ne kadar ayıp ve yazık. Tahsin Bey çok has, çok yüksek düzeyde bir edebiyat insanıydı. Onun gibi demeyeyim de, ona benzer birisi şu an var mı, bilmiyorum.
Hayatını edebiyatla yaşadı. Hem edebiyat bilimi yaptı hem de çok ilginç, çok özgün bir edebiyatçıydı.
1950'lerin edebiyatçısıydı. Önce öykü yazdı. Bir görüşmemizde ilk öykü kitaplarını pek anımsamak istemediğini fark etmiştim.
Oysa Haney Yaşamalı da Mutfak Çıkmazı da nitelikli yapıtlardı.
Ama yeni baskısında Haney Yaşamalı'yı ondan sonraki öykü kitabıyla 'harmanlamış'tı.
Bu bir reddediş değildi ama daha sonra, 1990'larda yazdıklarını yazınsal kişiliğinin asıl verimi olarak görüyordu.
YALIN BİR DİL
İlk yapıtlarda dönemin köy edebiyatı çıkmazına hiç düşmeden, kasaba ve köy yaşantısını, hatta kentlerdeki küçük insan yaşantılarını, yüksek bir dille ele alıyordu.
Derken 1990'lardan başlayarak, asıl evrenini kurdu. Bunlar özellikle ironisi olan, zaman zaman bilimkurguya açılan, çok eleştirel yapıtlardı.
Bazıları, mesela Peygamberin Son Beş Günü ve Vatandaş çok ilgi topladı. Ben o döneminden Bıyık Söylencesini sevmiştim, her ne kadar kendime yakın bulmadığım bir anlatı ve romancılık taşısa da.
2000'den sonra art arda romanlar, öyküler yayınladı.
Çok yönlü bir edebiyatçıydı Yücel. Denemeleri, bilimsel çalışma alanı göstergebilimden derin izler taşıyordu ve çok değerli saptamalar içeriyordu. Derken büyük bir çevirmen olarak göründü. Belki fazla yalın bir dil kullanıyordu. Türkçesi öyle seller sular gibi akmıyordu ama çevirilerinin, çevirideki kavrayışının sağlamlığına ne denebilirdi ki?..
Düşündüm Yücel'in dili ve edebiyatı üstüne. Galiba Galatasaray'dan başlayarak edindiği Fransız rasyonalizminden gelen, kendisini denetleyen, coşkuya kaptırmayan bir insanın, bilincin dikkatini yansıtıyordu.
Biraz 'fazla doğru' bir edebiyat kuruyordu.
Tanıştım ve garip bir ilişkim oldu Tahsin Bey'le. 1999'da Sabancı Üniversitesi'ni kurarken, ben Temel Geliştirme Programı'nın başındaydım. Onu davet etmiş, Türkçe eğitimini nasıl daha özgünleştirebileceğimizi birkaç gün tartışmıştık. Ondan bir de Türkçe öğretim kitabı yazmasını istemiştim.
Anlaşamadık. Kaldı.
KONUŞTUKÇA AÇILIYORDU
Hâlâ bir eksiklik sayarım o yazılmamış kitabı. Çok sohbet ettik. Eski dönemleri, edebiyatçıları anlattırdım. Elbistan'ın bir köyünden çıkmıştı. Babasız büyümüş bir çocuktu. Ama Galatasaray Lisesi'ni kazanıp bitirmiş, sonra da Fransız Dili ve Edebiyatını okumuş, asistan olmuş, profesörlüğe kadar yükselmişti. Bilimsel yapıtları ise Fransızcada yayınlanmıştı. Fransa'da Julia Kristeva ile (ve sanırım Todorov'la) birlikte öğrencilik yapmıştı.
Yaşar Nabi'nin efsanevi Varlık dergisinde çalışmıştı. Meğer Yaşar Kemal o yıllarda en yakın arkadaşı olmuş. Tahsin Bey kadar ölçülü, dikkatli, çekingen, denetimli birisi Yaşar Kemal gibi coşku dolu, sınır tanımaz bir insanla nasıl dost olmuş, kalabilmişti, şaşırtıcıdır. Bu, gene Yücel'in dikkatinden, hassasiyetinden kaynaklanan bir sonuç olmalıdır.
Yapıtları gibi ilginçti. Dediğim gibi, ilk bakışta çekingen, içine kapalı, mesafeli bir insan gibi görünüyordu. Fakat konuştukça açılıyordu. İçinden müthiş alaycı, dalga geçen, bütün edebiyatına sinmiş ironiyi dışa vuran birisi çıkıyordu. Ama tevazuu kesindi. Bir gün Ataç'la ilgili bir anısını anlatmıştı. Heyecanla yazmasını istemiştim. Her zamanki gibi, yüzüne biraz 'müstekreh', "Bu ne biçim iştir" dercesine o ifadesini takınmış, ağzını bükerek, zor, ağır ve yapılmayacak, yanlış bir işmiş gibi, "Bana büyümsenmek gibi geliyor, belki bazı yazılarda söz ederim" demişti. (İşte, ben de bir gün yazarım diyorum...) Bu, onu açıklayacak galiba en önemli sözüdür.
Dediğim gibi çok has, çok nitelikli, çok değerli bir edebiyatçıydı. Şimdi ikinci hayatı başlıyor...
24 Ocak 2016
BİR LEONARDO DİCAPRİO FİLMİ
Oscar'ı izlemeyi sürdürüyorum. Demektir ki, Oscar adayı filmleri görüyorum. Son The Revenant'ı gördüm. Inarritu çok ilginç bir yönetmen. 15 yıl önce Amores Perros herkesi çarpmıştı. Ondan sonra da ne yaptıysa çok etkili oldu. Geçen yıl Birdman, Oscar'ları kastı kavurdu. O filmin fazla sevildiğini, anlaşıldığını sanmıyorum. Bir Hollywood filmi denemezdi onun için. Ama bu defa daha kendisine yakın bir filmle geliyor Inarritu. Müthiş bir direniş öyküsü. Gene de ben filmi inandırıcı bulmadım. Senaryosunda da boşluklar vardı. Kaldı ki, doğanın başlı başına bir 'aktör' olarak yer almasını isterdim. Olmamış. Ama bu film Inarritu'nun değil, daha çok Leonardo DiCaprio'nun filmi. Çok zor bir rol olduğu muhakkak. O da canını dişine takıp oynamış. Sonunda ortaya maksadını elde edemeyen, ama kendisini iki saatten fazla bir zaman seller sular gibi izlettiren bir film çıkmış. Politik yanına gelince, şu 'Yerliler' yani Kızılderililer efsanesi bir kere daha karşımızda. Asıl onu konuşmak gerek ama Inarritu o konuda susmayı tercih etmiş. Evet, Oscar'ı izlemeyi sürdürüyorum.