Tabii ki, unutmadım o yılları. 1978 yılıydı. Ankara ağır ve öldürücü bir atmosferdeydi. Sokaklarda her gün insanlar can veriyordu. Etraf insanı olduğu yere çivileyen bir kükürt dumanı, kar ve korkuyla kaplıydı. Sezen Aksu'nun Minik Serçesi bu atmosferde geldi bizi buldu. Bildik bir konuyu anlatıyordu. Zaten yabancı bir filmden esinler taşıyordu. Ama ne gam...
Film, karanlık dünyamıza Sezen Aksu'nun şarkılarıyla bir ışık serpiyordu. Aslında hüzünlüydü. Ama biz de hüzünlü, mahcup ve suskun bir millet değil miyiz, aradığımızı bulmuştuk.
SEZEN AKSU İSTEDİĞİNİ ELDE ETTİ
O filme, o yıllarda Aksu'ya tıpa tıp benzeyen bir uzak sevgilimin de etkisiyle birkaç kere gittim. Bir defasında unutulmuş bir yaz gecesinde, kuytu ve serin bir sinemada gösteriliyordu. Çıktıktan sonra neredeyse bütün Ankara'yı boydan boya dolaşmıştım.
1970'ler birbiri ardınca 'hit' parçalarla tamamlandı. Sonra 1980'ler geldi, onlar da öyle geçti. 1990'lar daha farklı değildi. İnsanlar birbirlerine onun şarkılarıyla sesleniyordu. Zaman herkes gibi onu da etkiledi.
Müzikologlar parçalarındaki dönüşümü, daha bireysel meselelerden ve daha tekil tınılardan toplumsal kapsamı olan parçalara geçişini, daha çoğul tınılar kullanmaya başlamasını elbette saptayacaktır.
Daha önce de yazmıştım: bir ülkenin şarkılarını, şiirlerini yazmak, halkın belleğine işlemek, bir süre sonra soyadını da bırakıp sadece 'adıyla' anılmak çok az sanatçının kazandığı bir başarıdır. 'Sezen' bunu elde etti. Açıkçası, beylik deyimle söylersek, onunla ağlamış onunla gülmüşse bir toplum, Sezen Aksu zaten istediğini elde etmiştir.
Polimeks'in Zorlu Center'da düzenlediği ve ilginç bir deneyim içeren gecede Kraliyet Filarmoni Orkestrası Sezen Aksu'nun şarkılarını senfonik parçalar halinde icra ederken bunları düşünüyordum. Sonunda sahneye çıktı, Sezen Aksu. Hayat Sana Teşekkür Ederim isimli şarkısını seslendirdi.!