Kars'taki evimizde babam, ailemizin büyüğü ve hepimizin sevgilisi, Çerkes güzeli, dünyanın en iyi insanı, kendimi manevi olarak Çerkes saymama yol açan Hamide Ablamızı, soğuk ve karanlık gecede evine götürdü ve döndü. Adeta dinsel bir ciddiyetle lambalı ve mobilyalı Telefunken radyoyu açtı. Her gece yaptığı gibi gece 23.00 'ajansını' dinleyecekti. Spiker "Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Kennedy uğradığı bir suikast sonucu öldürüldü" dedi. Herkes dondu kaldı.
Geçen hafta ABD'deydim. Mağazaların vitrinlerinde, köşede bucakta bu cinayetin 50. yılı nedeniyle Kennedy anılıyordu. Bugün bir efsane JFK. Bunda hayatının yarım kalmasının ve genç yaşında, önemli işler yapacağı izlenimini uyandırmışken dünyadan çekip gitmek zorunda bırakılmışlığının büyük etkisi var. Ama biraz daha derinlemesine düşününce sahip olduğu her şey o efsaneyi bütünleştiriyor.
Önce ailesi. Babası akıl almaz maceralarla dolu bir hayatın sahibi. Kaçakçı, gayrimeşru işlere girip çıkmış, çok hırslı ve çok zengin biri. Yakışıklı, genç, hayli karizmatik bir adam Kennedy. Ülkenin en iyi okulunda okumuş. Hitabet ustası.
Karizmasının doruğuna YouTube'dan rahatlıkla izlenen ve Nixon'la karşılaştığı münazaradan sonra çıkıyor. Nixon yorgundur, siyatik ağrıları içinde sıkıntılıdır, ekranda kendisini büsbütün kötü gösterecek kahverengi elbiseleri içindedir. Kennedy sadece dosyalarına hakim olmakla parlamaz.
Giyiminden saçına kadar, büyük ağzına ve dişlerine kadar her şeyiyle etkileyicidir.
Üstelik 2. Dünya Savaşı'nda dövüşmüş ve yaralanmıştır.
NIXON BU PIRILTILI AİLEYLE BAŞA ÇIKAMADI
Sonra evliliği... Jacqueline Lee Buvier, 'glam', yani pırıltı saçmaktadır etrafa. Yatlarda geçirilen yazlar, balolarda geçirilen kışlar, Fransız modacılarının diktiği kıyafetler, bu pırıltıyı neredeyse çıldırtıcı bir ışığa boğmaktadır. Nasıl başa çıksın, taşranın Nixon'ı bu çevreyle?
Ama düğüm çok farklı bir yerde atılır.
Dünyanın büyük çelişkisi ABD'de de kendisini göstermekte ve aristokrat denebilecek zengin, iyi eğitimli, şaşaa içinde yaşayan Kennedy ailesi, demokrat yani solcuyken, 'dümenci Nixon' (tricky Dick) yani Nixon, Cumhuriyetçi'dir, yani sağcıdır ve zurna burada zırt demektedir. Çünkü 1960'lı yıllar başlamıştır. Dünya dolu dizgin 1968'e gitmektedir.
Özgürlükler çağının perdesi aralanmıştır.
Sonradan Avrupa'nın ve Paris'in adı öne çıkacaktır ama 1968, ilk ABD'de başlamıştır. 'Hak yılları' aynı zamanda ABD'nin dünya haritasına ağırlığını koyduğu bir dönemdir. Pop sanat, minimal sanat, ABD'yi kültürel olarak dünyanın dört bir yanına saçıyordur.
O yılların üç büyük 'olay'ı var ABD için: Zenci hakları, Vietnam Savaşı ve Soğuk Savaş. Kennedy üçüyle de boğuşmak zorunda kalır. Bu yıl yine 50. yılında hatırlanan o meşhur "Ben de Berlinliyim" konuşmasını gidip 1959'da inşa edilen Duvar'ın dibinde yapar. Ama kriz, Küba'ya askeri yardım sevk eden Rus gemilerinin önü okyanusta kesilince patlar. Dünya üçüncü savaşın eşiğindedir ve Sovyetler pes edip geriye döner, Küba'daki füze başlıkları sökülür.
İkinci olay Vietnam'dır. "Kennedy o bataklıktan tamamen çekilecekti" deniyor.
İnanmak kolay değil ama Nixon döneminin kepazeliklerine bulaşmayacağı da muhakkaktı.
Üçüncüsünde tereddüt yok. Hakları genişletecekti. Ama derin devlet, her şeyi yarıda kesti. Önce Kennedy, sonra da kardeşi Robert öldürüldü. Ardından Martin Luther King öldürüldü. Hiç zerre kadar kuşkum yok ki, bu ölümleri Amerikan derin devletinin, sağcı siyaseti tasarladı ve gerçekleştirdi.
Böylece başka bir şey daha oldu.
Protestan Amerika'da Kennedyler ilk Katolik İrlandalı aileydi. Kurulu düzen bunu asla affetmedi. O ölümün ardında bu vardı.
Sonunda hayalet bir kurşun, Kennedy'yi de onu vuranı da kardeşini de, King'i de yok etti. ABD, 1980'e kadar derin bir bunalıma girdi. Cinayet karanlıkta kaldı. Herkes o kadar üstünden attı ki, neredeyse herkes "Yoksa ben mi vurdum?" diyecek noktaya geldi. Oysa bugün kitaplar, filmler gösteriyor ki, Kennedy öldürülmüştür ve bu bir 'organize suçtur'. Ama öyledir işte: Kenndy ölür, tarih yazar!