Bir hapla başladı, bir hapla bitti. Başlatan doğum kontrol hapıydı. Bizde tamamen farklı bir biçimde algılanan ve yaşanan 1968 olaylarını başlatan doğum kontrol hapı olmuştu. Kadınlar onunla yeni bir döneme geçmiş, cinselliği sadece bir fonksiyon olarak yaşamaktan ve kendi hayatlarına, bedenlerine hapis kalmaktan, ikincilleşmekten kurtulmuş, hazzın geri dönüşünü, vücudun bir arzu ve haz nesnesi olarak yeniden doğuşunu yaşamıştı. Onu doğal olarak özgürlük arayışları izleyecekti. Sonradan Fransız Kuramı diye bilinen akımın düşünürleri haz kavramının toplumsallığı ve biryselliği üstünde durmuşlardı. 1968 olaylarının Batı'da solla, sol düşünceyle iç içe geçişi bu yoldandır. Fakat bundan daha fazlası da mevcuttur. Feminizm kadını hayatın en büyük algılanışı içinde tanımlıyordu. Irigaray'lar, Cixous'lar, Millet'ler, sonradan Butler'lar yepyeni bir kadın kurgusunun peşindeydi. Bu maksatla da Batı metafiziğini 'sökmekten' bir an geri durmuyorlardı.
Bütün bu patlama sonradan 1990'ların başında yeni bir hapın bulunmasıyla sona erdi. Viagra çıktı, kadınlık bozuldu. Her devrin bir sembol hapı vardır diye yazmıştım, o sıralarda, sonradan Cam Odada Oturmak isimli kitabıma alacağım bir yazımda. 1990'ları Viagra damgalıyordu. Erkeklik geri dönmüştü. Belirli bir yaşa gelince doğal olarak yüzleşilen tükenişler bu ilacın bulunmasıyla aşılıyordu. Feminizm yerini yeni bir maşizme bırakıyordu. Erillik, en fecisinden bir biçimde, güçle bütünleştiriliyordu. O sıralarda infilak eden spor, estetik cerrahi, sağlıklı beslenme gibi unsurlar da yanına gelince Viagra sonsuz genç, sonsuz güçlü erkeğin sembolü olmaktan öte, yaratıcısı oluyordu. Erkek, Gılgamış'ın aradığı ölümsüzlüğü çok farklı bir yerde bulmuştu.
TANRILAR KATINDA OTURAN ADAM
Yeni dönem Clinton-Lewinsky skandalıyla damgalandı. Başka koşullarda kesin olarak görevden alınacak olan bir Başkan, yeni iklimin verdiği tesirle görevinde kaldı. O yetmediği gibi Amerika kadar püriten bir toplumda karısı ve kızı Clinton'ı affetti. Bir seks bağımlısı olduğu su götürmez Kennedy'nin ilişkileri gizli, kapaklı yaşanırken bu defa her şey toplumun gözü önünde cereyan etti. Feminizm ölmüş yeni erillik dönemi başlamıştı. Burada rahatsız edici olan şey erilliğin cinsellik ve cinsel güçle bu derecede iç içe geçirilmesiydi. Feminist dönemin ortadan kaldırmak, yok etmek istediği ne kadar unsur varsa paldır küldür geri gelmişti.
DSK diye bilinen Dominique Strauss-Kahn hadisesi tıpa tıp budur. Yeni erilliğin, eril gücün geri dönüşü. Hem de kaç düzeyde.
DSK, dünyanın çatısında, tanrılar katında oturanlardan birisi. Paranın efendisi deniyor ona. Hangi paranın? Dünya Ticaret Örgütü gibi, Amerikan hegemonyasının araçlarından biri olarak kurulmuş IMF'nin başındaki insan. Türkiye'ye geldiğinde kendisine papuç fırlatılmış, bazı gazeteler ve köşe yazarları da, "Efendim, adam sosyalist," demişlerdi. Hangi sosyalist? Fransa'da şimdi çok kullanılan bir tabirle, havyar sosyalistiydi, DSK. Tıpkı Mitterrand gibi o da pahalı ve lüks hayatı seviyordu. Fransız solu ona 'insansızlık' ortamında sarılıyordu. Gene de önümüzdeki seçimlerde başkanlığın en güçlü adayıydı.
Böylece paranın, siyasal gücün aşırı derecede şişirdiği bir ego çıkmıştı karşımıza. Böyle bir tabloda viagra bile ikincildi. Çünkü, DSK, 1990 sonrasının parlattığı bir isimdir. O yıllar ise önce Bobo'lar yani burjuva bohemler dönemidir. "Kalbim solda ama cüzdanım sağda," diyen insanlardı Bobo'lar ve Fransız toplumu bugünkü lüksü onlarla tanıdı. Ardından Bling Bling dönemi geldi ki, o daha da berbattı. 'Şıkır şıkır' demek, bling-bling. Amerikan siyahlarından, onların cafcaflı, gösterişli takılarından, komplekslerini aşmaya yardım edeceklerini sandıkları büyük takılardan, onların şıkır şıkır pırıltılarından alıyor manasını. Özentinin, tatminsizliğin dışavurumu. Sembolü, 'yüksek ökçeler' siyasetçisi Sarkozy.
TECAVÜZ GİRİŞİMLERİ, SALDIRGANLIK, TACİZ
DSK, Sarkozy'nin izinden gidiyordu. NYTimes'ın bile "Lewinsky skandalı patladığında Clinton'ı tebrik ettiler, adama imrendiler, adamın gözlerindeki saygınlığını artırdılar," dediği Fransız halkının genel olarak maşist ve 'çapkınlığa' prim veren kültürünü de yanına koyunca DSK, 'çağımızın bir kahramanı'ydı. Para, güç, erillik, yapay gençlik, tümü elindeydi. Ama saçma olanı geçmişinin kirli bir yan taşımasıydı. Tecavüz girişimleri, saldırganlık, taciz o geçmişte yer alıyordu. Fransa toplumu mu desek, Fransız basını mı, bilemiyoruz ama bunları saklamıştı.
Ne diyeceğiz şimdi? Bu nasıl solculuk mu? Evet, düpedüz, hiç çekinmeden bu soruyu sormak gerek. DSK, Fransız toplumunun başına geçseydi, bu alışkanlıkları, eğilimleri ve sosyal kültürüyle o toplumu sol bir temele, perspektife mi oturtacaktı? Elbette Sarkozy'nin yerine onun gelmesini istiyordum ama Blair'den farklı olmayacağını bile bile.
Tithonus, efsaneye göre, sonsuz ömrü elde etmiş ama ebedi gençliği kazanmamıştı. O nedenle Fransızların sevdiği tabirle 'yaşlılık darbesi'ni yiyip, eli kolu kımıldamaz olunca ölmek için etrafına yalvarmaya başlamıştı. Kısa bir süre önce kendisini sonsuz gençlik ve ölümsüzlük duygusu içinde hisseden DSK da acaba yediği darbeden sonra ölmek için yalvarıyor mudur? Yanlış kullanılan her silah, tutanı vurur ve bitirir.