Yapı Kredi Yayınları yeni bir diziye başlamış. Türkçe deneme yazarlarının kitaplarından seçilmiş yazıları kapsayan derlemeler yayımlıyor. Benim elime hayranı olduğum (evet, hâlâ...) Nurullah Ataç'la, onun kadar benimsemediğim ama bir usta olduğu su götürmez Nermi Uygur kitapları geçti. Ufak tefek itirazlarım var elbette ama önemli değil; her seçme öznel bir girişimdir. Asıl değer taşıyan şey, böyle bir girişimin başlatılması, bu kitapların yayımlanması. Her ne kadar yayınevi gençler için çıkardığını söylüyorsa da elimizdekiler bana göre herkesin okuması gereken metinler. Yukarıda "Herkesin okuması gereken," dedim. Kitaplarla karşılaştığımda, kitapları karıştırdığımda, çok yıllar önce okuduğum yazıları yeniden binbir hayal içine dalarak okuduğumda da aynı şeyi düşündüm. "Bu kitaplar okunmalı," dedim ama sonra da gene kendi kendime söylendim: Kim okuyacak? Bu yazıyı da o nedenle yazmaya karar verdim: Deneme nedir, bugünkü dünyada önemi, işlevi var mıdır? Aslında Post Entelektüel Dönem ve Edebiyat isimli kitabımda bu soruyu yanıtlamaya çalışmıştım. Gitgide görselleşen ve kültürle olan ilişkiler bakımından her an biraz daha 'kolaylaşması' istenen bugünkü dünyada deneme okumak gibi 'zahmetli' bir işe kim kalkışır? Günümüz insanının, her şeyden önce vakitsizlik gibi bir meşru sığınağı var. Bu o kadar geçerli bir mazeret ki, sonunda sinemayı bile zorlamaya başladı. Orta ve alt orta sınıfların eğlence kapısı olarak görülen sinema, o kesimin hayatından artık çekiliyor. Bir gecede şu kadar dizinin gösterildiği, Amerika'daki Netflix gibi sistemlerle DVD'lerin insanların ayağına gönderildiği toplumlarda kim kalkacak da cumhur cemaat sinemaya gidip o kadar masrafa girecek?.. Öte yanda deneme okumak, kültürle en derinden ilişki kurmaktır. İyi deneme, Derrida'nın edebiyat için söylediği yoldan gidersek, iyi felsefedir. Yani deneme hem iyi edebiyattır hem de iyi felsefe. Hiç öyle düşünülmez ama iyi edebiyat da izlenmesi kolay bir şey sayılmaz. Popüler kitaplar, özellikle kolay okunsun diye yazılmış kitaplar bir yana, has edebiyat insanı, toplumu, tarihi sorgular. Bunun da ötesinde, bütün iyi sanatta olduğu gibi has edebiyatta da başka bir sorunsal mevcuttur.
SANAT, KENDİ MESELELERİ ÜSTÜNDE DÜŞÜNÜR
Gerçek sanat sadece bir olayı, bir serüveni, bir hayatı anlatmaz. Sanatın kendi meseleleri üstünde düşünür. Yani içine doğru derinleşir. İyi sanat ciddi bir şekilde, biçimle ilgilidir. Hep söylenen şeyi tekrarlayarak açıklayayım bunu: Eğer edebiyat konuyla ilgili olsaydı, Shakespeare her konuyu yazdı; aşkı, nefreti, iktidar tutkusunu, kıskançlığı... Artık bunların bir daha yazılması gerekmezdi. Oysa öyle değil. Daha birçok yazar ve şair o konuları işledi. Gerekli cesareti, yarattıkları biçimsel farklılıktan aldı. Biz bir yazarı okurken, konuyu değil, 'o' yazarın onu nasıl anlattığını okuruz. Öyle 'farklı bakış açısı' falan gibi düzmece gerekçelerle değil. Düpedüz anlatım biçimi, üslup özgünlüğü açısından. Bu da farkında olmasak bile sanatın kendisi üstünde düşünmemizi gerektirir. Bizi buna iter. Kim uğraşacak, dediğim, işte budur. Bir de, söylediğim gibi deneme, felsefedir. Düpedüz felsefe. Teknik olanları dışında önemli felsefecilerin yazdıkları da denemeden öteye gitmez. Nurullah Ataç, çok rahat yazardı ama o dahi bir düşünce adamıdır. Görüşleri sistemli bir bütün oluşturur. Neyi savunuyorsa, inatla onu dile getirir. Ahlak anlayışından kültürel meselelere kadar her şeyin üstünde düşünür. İnsanı, okuyanı sorgular. Zaten ana özelliği budur: İnsanı her şeyden kuşku duymaya çağırmak... Nermi Uygur'da da bu haydi haydi böyledir. Uygur zaten felsefecidir. Genel olarak bakıldığında tartışmak ve irdelemek dışında bir maksadı yoktur; çünkü felsefenin başka bir maksadı yoktur. İşlerin çatallanmasına yol açan başka bir koşul daha var: Bizim felsefeyle hiçbir ilişkimiz yok. Okullarda gençlere felsefe okutmuyoruz. Liselerde öğrencilere doğru dürüst edebiyat okutmuyoruz. Onlara hayatı, dünyayı ve insanı sorgulamasını öğretmiyoruz. Ezbercilik anlayışıyla onlara her şeyi 'belletiyoruz'; "Bu, budur, böyledir," diyoruz. Kısacası, bir kültürel evren olan denemeden uzak düşmek için ne gerekiyorsa mevcut bizde. Hatta buna bir olumsuz koşul daha ekleyebiliriz: Basının hal-i, hal-i pür melali. Bizim basın ne gazetelerde ne verdiği eklerde uzun, meseleleri kuşatan, kapsamlı yazılar basar. Tersine, kısa, çok sıradan bir dille kaleme alınmış, kolaycı şeyler yayımlar. Halbuki, yabancı basın farklıdır. Bırakın gazeteleri, ekler bile, açın bakın, her birisi bir 'deneme' kabul edilebilecek yazılarla yüklüdür.
GÖRENLER, BAKANLARDIR!
Peki, ne yapalım, yetinelim mi bu koşullarla? Hayır. Tabii ki, hayır. Deneme okumak bir tür direnmektir. Sıradanlığa, ucuzluğa, kolaycılığa meydan okumak, başkaldırmak, tepki göstermektir. İnsanın kendisine karşı sorumluluğudur, deneme okuyup düşünmesi. Hayatın ve içinde yaşadığı toplumun biçimlenişine katkıda bulunmasıdır. Edilgin değil, etkin olmasıdır. Umarım, Yapı Kredi ve elbette diğer yayınevleri sadece eski denemecileri değil, yeni yazarların denemelerini de bir araya getirir, hatta yeni deneme kitaplarının yazılmasına yol açar. Yok başka yolu anlayabilmemizin, günümüzü ve onun içinde şekillenen kendimizi. Bakan görür demeyeyim de, görenler bakanlardır diyeyim!