Her ne kadar pejoratif (küçümseyici) biçimde 'spagetti' nitelendirmesiyle tasnif edilse de gelmiş geçmiş en iyi Western filmlerden biri, hatta IMDB puanını baz alırsak birincisi olan İyi, Kötü, Çirkin'i türünün şaheseri kılan özgün özelliklerinden biri; istihbaratı/sırrı hikâyesinin başat unsuru haline getirmiş olmasıdır.
Kötü, yani Melek Göz; filmin en başından beri bir sırrın peşindedir. Bütün stratejisi, 200 bin dolarlık altının gömülü olduğu mezarla ilgili net bir istihbarata erişmektir.
Tabii filmin konu aldığı zaman diliminde, yani Amerikan İç Savaşı yıllarında (1861-1865) 1944'e tarihlenen Bretton Woods anlaşması da olmadığı için 200 bin dolardan kasıt, buna tekabül eden altındır. Dolar, bu anlaşmadan sonra altına dönüştürülebilirliğini koruyan tek para birimi olarak kalmıştır.
İyi, Kötü, Çirkin'deki Çirkin, yani Tuco da mezarlıktaki hazinenin peşindedir. Bununla birlikte mezarın tam yeri konusunda bilgi sahibi olan tek kişi; İyi, yani Blondie'dir. Herkesin birbirine olan istihbari ihtiyacından dolayı paraya erişene kadar çatışmaya girmezler.
Ve nihayetinde altınlar, ne kadar iyi olduğu tartışmalı bir İyi ile ne kadar çirkin olduğu tartışmalı Çirkin arasında yarı yarıya bölüşülür. Elbette bundan önce mezarlıktaki 'triello'da (düellonun üçlüsüne verilen isim) Kötü de İyi tarafından vurulur ve toprağı üzerine çeker.
İSTİHBARAT ZAMANIMIZIN ALTINIDIR
Altına erişmek için bütün istihbari yolların ve dahi hilelerin kullanıldığı takribi bundan 160 sene önceki hikâyenin günümüzdeki versiyonunda muhtemelen bilginin kendisi altın olurdu. Para; o gün olduğu bugün de önemlidir elbette; hatta evrensel değerler dünyasında o günkü konumunun çok daha yükseğine erişmiştir, ne var ki bilgi olmadan paraya erişmek de mümkün değildir.
İstihbarat üzerine 30 yıldır çalışan bir gazeteci olarak bana zamanın öğrettiği en önemli şey; istihbarat denilen şeyin, yani taze, stratejik bilginin; altın değerinde olduğudur. İstihbarat, yani bilgi savaşını kaybederseniz bütün savaşları kaybedersiniz.
Zaten istihbaratın kendisi de geleceğin bilgisine erişebilmek için, gelecekteki muhtemel tehditleri algılamak için yapılır. Bu açıdan istihbarat, zaman ile kaim bir olgudur ve zamanla yarışarak yapılır.
Bundan 30 yıl önce istihbarat, edinilme yöntemlerine HUMINT, yani İnsana Dayalı İstihbarat ve ELINT, yani Elektronik İstihbarat olarak tasnif ediliyordu.
Ama şimdi şu noktaya geldik: Artık bir yapay zekâ meselemiz var, Angloksaksonların deyişiyle Artificial Intelligence... Hem yapay zekâ, hem yapay istihbarat, kelimenin iki anlamıyla…
Yapay zekâdan basit saha analizi veya raporlama gibi işleri yaparken yararlanılıyor. Poligraflar, yani yalan makineleri yapay zekâ ile desteklenmeye başladı. İHA ve SİHA'lar, zaten yapay zekâ istihbaratının önemli bir unsuru, Drone orduları keza öyle.
Türkiye, istihbaratın yeni alanlarında geri kalmamış; bilakis büyük atılımlar yapmış bir ülke. Ama gelecekte yalnızca Türkiye'yi değil, bütün ulus devletleri bekleyen bir tehdit var: Sermayenin başını çektiği Küreselciler…
Bu küresel, makro gerçekler ve yüksek tehdit olasılıkları konusunda Türkiye'nin, bir ulus devlet olarak hazırlıklarına ayrıntıyla vakıf olduğumu söyleyemem. Ancak bu konuda ulus devlet olarak en hazırlıklı gizli servislerden birine sahip olduğumuzu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Küreselciler açısından bakarak ise egemenlik, sadece para ile tesis edilebilecek bir şey değil. Bilgi ve silah lazım. Küreselciler, özel istihbarat ve özel savaş şirketleri ile bu ihtiyacı gidermenin yollarına bakıyorlar. Ancak asıl hedefleri, dijital hegemonya kuracakları bir yapay zekâ sistemine hâkim olmak.
Dolayısıyla dünyanın halen en güçlü ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri'nden başlayarak; Rusya, Çin, Türkiye, Avrupa ülkeleri, İran ve giderek bütün ulus devletleri yutmaya çalışacak bir tehdit yaklaşıyor.
Bununla birlikte yapay zekâ dünyayı ele geçirecek diye de enseyi karartmaya gerek yok. Çünkü dünyadaki her şey gibi istihbaratta da en önemli faktör insan faktörüdür. İnsan da öyle kolay alt edilecek bir varlık değil. İnsan; teknolojide ve istihbaratta yapay zekâya kolayından iktidarı devretmez; çünkü istihbaratın iktidarla doğrudan ve derin bir ilişkiye sahip olduğunu en iyi insan bilir.
İSTİHBARAT VE DIŞİŞLERİ ARTIK DAHA YAKIN
MİT'te 13 yıllık Hakan Fidan döneminde küreselciler-ulus devlet rekabeti konusunda çok çalışma yapıldı. Ayrıntılarına vakıf değilim ama arşivlerde bu konuda yapılmış çalışmaların olduğunu biliyorum.
Ayrıca Hakan Fidan'ın Dışişleri Bakanlığı'na, İbrahim Kalın'ın da Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı'na atanmasından sonra Türk istihbarat ve diplomasi sistemlerinin daha da bütünleşeceğini görmek zor değil.
Bu arada MİT'ten iki isim, 'istihbarat filozofu' olarak nitelendirdiğim Kozmik Mesele'nin yazarı Gürsel Dönmez ile MİT'te Kontr-Espiyonaj Başkanlığı gibi önemli bir görevi ifa etmiş Nuh Yılmaz Dışişleri Bakanlığı'na başdanışman olarak atandı.
Bu bağlamda Dışişleri Bakanlığı ile Milli İstihbarat Teşkilatı'nın daha yakın çalışacağı görülüyor. Bugüne kadar yakın çalışmadı demiyorum ama bundan sonra daha yakın çalışacak. Zaten diplomasi ve istihbarat Rönesans'tan beri iç içedir. O yüzden bu, tarihsel açıdan olağan bir şey.
Bu arada yeri gelmişken… MİT'te İbrahim Kalın döneminin de uzun bir dönem olarak planladığını haber verelim. Kalın, teşkilata önceden de vakıf biri, atanma öncesinde de kendisine sürekli brifing verildi. 13 yıllık Hakan Fidan döneminden sonra, en az 5 yıllık bir İbrahim Kalın dönemi öngörülüyor. Bu süre, sonraki seçimlerin sonuçlarına göre uzayabilecek.
KÜLTÜR İSTİHBARATI ÖNEM KAZANACAK
Bir süredir önerdiğim bir kavramı, 'kültürel istihbarat' ya da 'kültür istihbaratı' kavramını yeni dönemde daha çok konuşacağımızı düşünüyorum. Bu bağlamda şu meşhur 'kültürel iktidar' meselesi de önem kazanıyor.
Açıkçası kültürel iktidar kavramı, istihbarat ile iktidar kavramlarının ilişkisi çözülmeden gündeme getiriliyor. Kültürel iktidar, devlet gücüyle de kurulabilir elbette. Ama kalıcı olması için; kültürün hem ülkenin kendi öz değerleriyle barışık, hem de yenilikçi olması lazım. Sovyetler de bir kültürel iktidar kurdular vaktiyle, kalıcı olmadı, çünkü sosyolojiye tersti.
MİT Başkanı İbrahim Kalın, entelektüel kimliğiyle temayüz etmiş biri. Bu yönüyle özellikle ulus devletler-küreselciler rekabetinde giderek daha çok önem kazanacak olan kültür istihbaratına önem verecek isimlerin başında geliyor. Bu işin erbabı Anglosaksonlar ve yeni MİT Başkanı da Anglosakson kültürünü iyi bilen biri olarak rakiplerini iyi tanıyan bir isim.
Bu yazının girizgâhına konu olan Western türü, bir Anglosakson ürünüdür. Ancak en iyi örneklerini İtalyanlar vermişlerdi. Yazıya İyi, Kötü, Çirkin ile başlama sebeplerimden biri bu. Film, İtalya/İspanya ortak yapımıdır. Ama İspanya'nın yapımcı göründüğüne bakmayın, diktatör Francisco Franco'dan Kuzey-Güney Savaşı sahneleri için yardım alınmıştır, hepsi o kadar. Eseri asıl kotaran, yönetmen Sergio Lione'den başlayarak İtalyanlardır.
Dünya edebiyat ve sinema tarihinde yaşanan onca evrimden sonra Türkler olarak Western çekecek halimiz yok elbette. Ancak ülke olarak daha etkili bir kültür ihracatçısı haline gelebiliriz, gelmeliyiz de. Zira kültür, yalnızca ulus devletlerin birbirleriyle rekabeti veya ilişkisi açısından değil, ulus devletlerin küreselcilerle rekabeti açısından da en önemli parametre. Öyle olmaya da devam edecek.