"28 Mayıs'ta Yüzyılın Seçimi'nin final sahnesini izleyeceğiz. Propaganda düelloda işlemez. Ama Mayıs 2023 seçimleri, Türkiye tarihinin en çok propaganda bombardımanına maruz kalan seçimidir diyebiliriz. Devlet, her şeyin farkında. Devlet; millete güveniyor, millet de devlete güvensin."
Yukarıdaki paragrafla biten geçen haftaki yazım, gazetecilik klişesiyle söylersek epey yankı uyandırdı. 'Yüzyılın Seçimi'nde Meksika Açmazı' başlıklı bu yazıda Spagetti Western şahikası İyi, Kötü, Çirkin'in final sahnesinden yola çıkarak ikinci tur öngörülerimi sıralamıştım.
Büyüğüm, dostum Mete Yarar; 24 Mayıs akşamı CNN Türk ekranında -sağ olsun anlatımının sonunda beni de anarak- bu Meksika Açmazı denklemini Millet İttifakı'na uyarladı. Üçüncü aday Sinan Oğan, Erdoğan lehine çekildikten ve Ümit Özdağ da, önceleri pek ihtimal verilmese de nihayetinde çok da şaşırtmayan bir kararla Kılıçdaroğlu ile anlaştıktan sonra durumu en çarpıcı biçimde anlatmak için Meksika Açmazı'nı Millet İttifakı'na teşmil etmek gerekiyordu. Meksika Açmazı, iki veya daha fazla kişinin birbirine silah çektiği paradoksal bir gerilim durumu. Sinematografik tanımı bu. Bu açmazdan kimsenin kârlı çıkamayacağı yönündeki tanımlar pek doğru değil, çünkü bazı durumlarda Meksika Açmazlarından çıkılabilir. Zordur, ama çıkılabilir.
MEKSİKA AÇMAZI, İKİLİ DÜELLO'YA DÖNÜŞTÜ
Meksika Açmazı'nın ikinci tur öncesinde sonlandığı, daha doğru bir alegoriyle ikili bir düelloya dönüştüğü şu süreçte ikinci gücün, yani CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve çevresinin ne kadar tehlikeli silah varsa çıkardıkları görülüyor:
"Türkiye; göçmenistan olacak, Erdoğan'a oy verirsen şeriat geliyor, Türk kadınları 'dördüncü karı' olacak, kabul etmeyeni Domuz Bağı'yla öldürecekler!" etc… (Vesaire, klas bir kelime. Bu kadar manipülasyonun arkasına eklemek istemedim, o yüzden İngilizce'de kullanılan Latince kökenli 'et setera'yı koydum, mazur görün.)
Arkadaş, bu yaptığınız vallahi mertçe değil. Centilmence mücadele etmiyorsunuz. Erdoğan seçilirse bunların hiçbirinin olmayacağını siz de buz gibi biliyorsunuz. Kazanmak uğruna ne kadar tehlikeli tarihsel silah varsa çıkarmak, bu ülkeye kötülüktür.
Madem 'göçmenlerle özdeşleştirdiğin İslam'ı Arap Emperyalizm'i olarak görüyorsun, o halde niye Müslüman'dan oy istiyorsun?" diye sorarlar adama.
Ama işte bunlar hep "Türkiye'nin yüzde 99'u Müslüman" efsanesine halen inanıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Türkiye'nin yüzde 99'u Müslüman değil. En azından artık değil... Şu seçim sürecindeki tartışmalar, yüzde 99'u Müslüman bir ülkeye has tartışmalar mı, Allah aşkına… Ülkenin yüzde 99'u Müslüman olmayabilir, ille de olmalı anlamında söylemiyorum. Ancak tabloyu doğru anlayıp analizi ve eylemi buna göre belirlemek gerekiyor. Soğuk Savaş döneminin klişe teorilerinden vazgeçelim artık.
Tam da bu bağlamda… 2023 seçimlerindeki bütün 'muhafazakâr milliyetçi-seküler milliyetçi ayrımları' ve bunun siyasal tezahürleri, paradoksal kökleri Nihal Atsız'a giden ve sonra Alparslan Türkeş'in "Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman" mottosuyla bir süreliğine çözümlenen duruşun zamanımızda yeterli olmadığını gösteriyor.
Bunu; misal Kemal Kılıçdaroğlu-Ümit Özdağ anlaşmasında bir kez daha müşahede ettik. Özdağ, nihayetinde ya asimile olacak ya da ülkelerine gönderilecek göçmenleri, silahlı terör örgütünden daha büyük tehdit gördüğü için bırakın CHP'yi, HDP ile bile 'sekülerlik' paydasında buluştu.
Kılıçdaroğlu-Özdağ ittifakını bir ideal ya da ideoloji ortaklığı olarak görenler yanılırlar. Özdağ-Kılıçdaroğlu ittifakına başka bir açıdan bakmamız elzem. Tek perspektiften doğru anlayamayız çünkü. İşin üç boyutu var. Birincisi şu: Kılıçdaroğlu; HDP'nin istediğini Özdağ'a yaptırdı. Kayyum, protokolde 'kamu görevlisi' gibi bir müphem ifadeyle hükümsüzleşti.
Anayasa'nın değiştirilemez maddeleriyle ilgili şartlara gelince... Millet İttifakı'nın salt çoğunluğu bile yok ki. Anayasa'yı zaten değiştiremeyecek olana, 'değiştirme' diyor. Absürt… Üçüncüsü; orta sınıf, hatta dar gelirli geniş bir HDP'li kesim, göçmenlerden rahatsız. HDP jargonuyla söylüyorum: Bir 'şovenist', onlar adına bu sorunu da çözecek! Bizim Adana lafıyla goya, yani güya… Bununla birlikte "Ortalık fazla karıştı, ben ikinci turda oyumu Erdoğan'a vereceğim" diyen HDP'ye müzahir seçmen de gördüm, ama onlar azınlıktır.
OYUNU GÖRDÜNÜZ, SANDIĞA GİDİP OYUNU BOZUN
Meksika Açmazı düelloya döndü dedik, ama düelloda da hilenin bini bir para. Neredeyse tüm Batılı gizli servisler ve onların uzantısı olan PKK ile FETÖ, dur durak bilmeden kelime sıkıyor, manipülasyon yapıyor.
Kılıçdaroğlu'na, ikinci turu referanduma çevirme taktiği de verildi. Yani bir tür Tanrı Dağı-Hira Dağı dilemması referandumuna da çevirmek istiyorlar bu seçimi. Üstelik Kılıçdaroğlu her ikisine de uzak biri. Ve sonradan giydiği elbiseler üzerinde sakil duruyor.
Ayrıca bu, çok tehlikeli bir şey. "Ben, senden daha inançlı, erdemliyim. Sen ve sana oy verenler erdemli davranmıyorlar, Müslümanca davranmıyorlar" cümleleriyle özetleyeceğim çarpık bakış açışı; yalnızca Kılıçdaroğlu'na değil, her iki tarafın da seçmenine, yani ülkeye zarar veriyor. Ne yapacağız yani? Kime oy verdiğimiz üzerinden dindarlık, erdem ve ahlak yarışına mı gireceğiz? Hem dindar olmayan, hatta herhangi bir dine inanmayan insan erdemli, ahlaklı olamaz mı kardeşim?
Bak; buralara girmeyin, çıkamazsınız. Çıkmaz sokaktır ve şairin deyişiyle çıkmaz olduğunu anlamak için de sonuna kadar yürümek zorunda bırakılırsınız. Neyse, seçimden sonra da konuşacağız bu konuları...
Toparlayayım artık: Başından beri seçimle ilgili nokta atışı öngörüleri bu köşede okudunuz. Favorim her zaman olduğu gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. İki tarafın oy oranına dair öngörümü paylaşmayacağım. Çünkü maç devam ederken skor tahmini yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Ama seçim derbisinin bu uzatmasında Cumhur İttifakı atabildiği kadar gol atıp, iktidar hırsıyla her türlü hatayı yapmaya teşne azınlığı da teskin edecek bir sonuç, yani Hat-Trick galibiyeti almayı hedeflemelidir. (Futbolla ilgilenmeyi 1988'de, henüz 13 yaşındayken bıraktım, ama hâlâ derin terimleri bilirim.)
Zira Türkiye'nin çok işi var. Ha, değişim gerekiyor mu, evet gerekiyor. Önce muhalefet lideri, yöneticileri değişmeli, millileşmeli. İktidarın da; milletin, tarihin kendisine sunacağı bu beş yıllık fırsatı çok ama çok iyi değerlendirmesi gerekiyor.
28 Mayıs 2023 sonrası Türkiye'nin daha huzurlu, daha müreffeh ve daha birlik içinde bir ülke haline gelebilmesi için yalnızca iç ve dış güçlerle mücadele etmeyeceğiz, zamanla da yarışacağız. Bu zaman yarışının ilk durağı da 28 Mayıs. O yüzden vatanını seven ve oyunun farkında olan herkes, sandığa gidip ülkemiz üzerine oynanan oyunları bozan aktöre reyini vermeli. Eğer ikinci turu cepte görürsek ve sandığa eksik gidersek ülke olarak büyük bedeller öderiz.
Ben yazıyı bitirirken sayıma 48 saatten fazla bir zaman vardı, siz bu yazıyı okuduktan saatler sonra ilk sonuçları göreceğiz. Nihayetinde herkesin ağırbaşlılıkla kabulleneceği ya da kerhen kabullenmek zorunda kalacağı sandık iradesinin; aziz vatanımıza, milletimize ve devletimize hayırlı olmasını diliyorum.