Kuruluşunun 100. yılına büyük bir depremle giren Türkiye, afet bölgesindeki yaralarını sarıyor. Seçimlerin ertelenmemesi, özellikle afet bölgesinde hazırlıkların yoğunlaşmasına neden oldu, ama seçimi erkene almanın önemli bir faydası da, deprem bölgesinde de sık sık dile getirilen "Önümüzü görelim" söyleminde ifadesini buluyor.
Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de depremi Malatya merkezde yaşamış, evleri orta hasar almış ve şimdilerde ailesiyle birlikte şehir şehir dolaşarak hayatını sürdüren bir ağabeyimin gönderdiği notlar çerçevesinde bölgedeki hasarlı bina meselesini masaya yatıracağım.
Sözünü ettiğim kişinin adı Ruhi Abat. Fetullahçı Terör Örgütü'nün, Zirve Yayınevi Davası kumpasında yaklaşık beş yıl boyunca hapis yatırdığı, cezaevindeyken kalp rahatsızlığı yaşamış cesur, mücadeleci bir ilahiyatçı ağabeyimiz.
Notlarına, bir ilahiyatçı da olduğu için şu cümlelerle giriş yapmış Abat:
"Her şeyden önce deprem Allah'ın dünyamızın genetiğine kodladığı aktivizmin bir sonucudur. Bundan teolojik yorumlar ve sonuçlar çıkarmanın anlamsızlığı aşikârdır. Çünkü yer kürede insan yaratılmadan önce de depremler olmaktaydı. Hatta konunun uzmanları olan jeologların beyanlarına göre yerküre her an tırnak uzaması hızında hareket halindedir. Bu nedenle depremlerin insanların günahkârlık durumlarıyla bir alakası yoktur."
Sonrasındaki diyor ki Abat, deprem ile günah arasında ilahiyat açısından ille de bir illiyet bağı kurulacaksa bunun çerçevesi bina yapım sürecindeki kusurlar, günahlar olabilir. Zemin etüdü, mühendislik hizmetleri, yapı denetimi ve ruhsatlandırma açısından vesaire vesaire…
'HER ŞEYE RAĞMEN DEVLET-MİLLET BÜTÜNLEŞTİ'
Ruhi Abat, deprem sonrasında -her türlü dezenformatik ve manipülatif kara propagandalara rağmen- devletin gayretinin, devlet-millet bütünleşmesinin takdire şayan olduğunu ve afetzedenin bunu sahada gördüğünü söylüyor. Gerisini kendisinin kaleminden okuyalım:
"Depremin olduğu gün -en azından Malatya için- gerek hava muhalefeti (yoğun kar yağışı) gerek yolların kapanmasına bağlı olarak bazı zorluklar yaşanmış olsa da depremzedeler hiç değilse yaslanabilecekleri bir hükümete sahip olmanın psikolojik rahatlığını da yaşadılar.
Ancak deprem bölgesi hasarlı binaların incelenmesi ve vasıflandırılması (ağır hasarlı, orta hasarlı ve hafif hasarlı şeklinde) noktasında daha hızlı ve daha bilimsel davranılmalıdır. Belki sürecin yavaş işlemesinde artçıların çokluğu ve büyüklüğü de etki etmiş olabilir, ama en azından mevcut binaların durumuna ilişkin daha hızlı karar verilmelidir. Çünkü hayat devam ediyor. Binalarda yapılacak bilimsel incelemeler, örneğin karot alınması, cihazlarla binaların röntgeninin çekilmesi, bütün bu sonuçlarla dijital platformlarda binaların similasyonunun yapılarak kaç şiddetinde bir depreme dayanıklı olup olmadığının tespiti, kısacası bina performans analizlerinin yapılarak bahse konu binaların yıkılması ya da güçlendirme yapılıp yapılamayacağı açısından depremzedelere yardımcı olunması bölge insanının hükümetten en önemli beklentileri arasındadır. Çünkü birçok mağdur şu anda ne yapacağını bilememekte, hatta evine bile girememektedir.
Bütün bu makul gerekçeler nedeniyle deprem bölgesinde daha ciddi 'Bina Performans Analizleri'ne yönelik incelemeler yapılmalı, bu incelemeler doğrultusunda binası yıkılacaksa da, güçlendirilecekse de somut veriler ve raporlarla depremzedenin zihnindeki sorular ikna edici bir şekilde cevaplanmalıdır.
Gerek Orta Hasarlı ve Hafif Hasarlı kararlarının kırılgan ve değişken olması, gerekse bunlar hakkında 'Bina Performans Analizleri'nin yapılmamış olması ileriye dönük potansiyel krizlerin ve risklerin habercisi niteliğindedir. Bahse konu risk ve krizler ise hem insan hayatını ilgilendirmektedir, hem de orta ve uzun vadede potansiyel siyasi sonuçlara da gebedir. Bu nedenle mezkûr analizlerin bir an önce yapılması, hem insani hem de hayati bir öneme sahiptir."
Ruhi Abat, deprem bölgesindeki hasar tespit gözlemlerini aktardıktan sonra afet bölgesinde TOKİ projelerinin ayrıntılarına da giriyor. Burada, yeni inşa edilecek konutlarda en önemli meselelerden biri; misal 200 metrekare evden çıkmış bir depremzedenin 85 metrekarelik bir eve yerleştirilmemesi. Kentsel Dönüşüm projelerinde de lokal belediyeler ile büyükşehirler arasındaki uyumsuzluk öykülerini hep birlikte müşahede etmesek bile depremden sonra öğrendik. Abat bu konuda şunları söylüyor:
"Deprem bölgesinin imar ve onarım çalışmalarında ise TOKİ tarafından yapılan ve yapılacak olan binaların da projelendirilmesi depremzedelerin sosyal ekonomik durumları dikkate alınarak yapılmalıdır. Sonuçta yapılacak binaların paraları bir şekilde depremzedeler tarafından ödenecekse insanlara tercih hakkı verilmelidir. Örneğin 200 metre kare bir evden çıkıp 85 metrekare bir eve oturmak elbette konteyner ya da çadırda kalmaktan daha iyidir, ancak kaybettiği evinin yarasını saracak nitelikte değildir. Bu konuda en azından insanların sosyo-ekonomik durumları dikkate alınmalıdır.
Orta Hasarlı binaların yıkılıp yıkılmayacağı, şayet yıkılmayacaksa güçlendirmeye izin verilip verilmeyeceği, şayet güçlendirmeye izin verilecekse bu konuda kredi imkânları ve şekli ile birlikte devlet desteğinin şekli ve niteliği bir an önce karara bağlanmalı, gerekiyorsa bu konuda yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Depremin üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen halen devam etmekte olan belirsizlikler de depremzedelerin streslerini beslemekte ve yaşadıkları travmalara yenilerini eklemektedir.
Sonuç olarak deprem bölgelerindeki binaların durumu daha ciddi incelemelerle 'Bina Performans Analizleri' en kısa sürede belirlenmeli ve insanımızın da buna inanması sağlanmalıdır."
Evet, bir afetzede ilahiyatçı, depremi yaşadığı Malatya'dan başlayarak afet bölgesinin meselelerini böyle aktarıyor. Kulak vermekte büyük fayda var.