"Dünya sana hediye sunmaz. Bir yaşam istiyorsan, çal onu."
"Kadın özgürleşmek, ikinci cins olmaktan kurtulmak istiyorsa şunları yapmalıdır: Çalışmak, üretmek, düşünmek ve kimliğini yadsımamak."
Bu yazının girişine epigraf niyetine yerleştirdiğim bu alıntı cümleler, her ikisinin de yolu Feminizm'le kesişmiş iki kadın yazar/düşünüre ait.
İlk alıntı, her temas kurduğu erkek yazar/düşünürden (Nietzsche, Rilke, Freud vs.) bir fikir veya yaşam 'aparmış' Rus Yahudisi (Bir taraftan Almanlık da var) Lou Andreas-Salomé'ye ait.
Diğeri ise yaşam tarzında etik açıdan eleştirilecek yönler olsa da bir düşünür olarak son derece tutarlı olan görüşler ortaya atmış 'modern Feminizm'in anası' Simone de Beauvoir'a...
Bugün Üç Boyutlu Portre'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü arifesinde bu iki kadın yazarın öyküsü üzerinden içinden feminenliğin çekilip çıkarıldığı bir Feminizm'in sosyo-politik maliyetinin faturasını çıkarmaya çalışacağız.
DÜŞÜNCE TARİHİNE KATKISI YOK
Önce bu yazıda su-i misal olarak işleyeceğimiz Salomé'yle başlayalım: Salomé, 'Birinci Dalga Feminizm'i ucundan kıyısından etkileyen romanları haricinde düşünce tarihine pek katkıda bulunmuş bir yazar değil. Hikâyesi, bugünün 'kolaycı' Feminizm anlayışıyla örtüşüyor daha ziyade. Gerçi kendisi, tarihin pek de merhametli davranmadığı bir kadın… Erkeklerin yazdığı tarihin daha doğrusu... Öyle ya, tarih 'erkeksi'dir. Boşuna değildir, Anglosaksonlar'ın history demesi, ki eski Feministlerin söylediği gibi apaçık 'his story'den türemiştir bu kelime.
Ana hatlarıyla Nietzsche'nin evlenme teklifini reddeden, Freud'u ve Rilke'yi de derinden etkileyen bir kadın, hatta Nietzsche'nin kadın düşmanı olma sebebi' olarak resmediliyor Salomé. Nietzsche Ağladığı'nda adlı romanda Salomé'den bu bağlamda sık sık söz edilir.
Salomé, entelektüel erkeklerle oyun oynayarak onlara zarar vermiş, en azından zaman kaybettirmiş cüretkâr, fettan sarışın kadın olarak betimlenmiş hep.
Salomé'nin, Rilke'yle flört dönemindeyken, sıradan bir akademisyen olan Friedrich Carl Andreas'ın (Tek önemli özelliği Türkçe ve Kürtçe de dâhil 'Ortadoğu' dilleri üzerine çalışmış bir oryantalist olması) 'tehditle evlilik teklifi'ni kabul ettiği, ama Rilke ile de gizli aşk yaşamaya devam ettiği söyleniyor.
Ancak duygularını, hatta yer yer düşüncelerini en çok etkilediği düşünür Nietzsche. Salomé'nin, 17 yaşındayken annesine şunu söylediği rivayet edilir: "Tanrı bugün öldü, o artık yaşamıyor."
Henüz 24 yaşındayken Tanrı ile Savaşım adlı ilk romanını yazmış. Bu yüzden Nietzsche'nin, Böyle Buyurdu Zerdüşt'teki "Tanrı öldü" sözünü Salomé'den 'aparmış' olma ihtimali mevcut. (Salomé, hayata hep bir çalma olarak baktığı için kendisinden de bir şeycik 'çalınmış'.) Öte yandan 'Tanrı öldü' fikri, metaforik bir düşünce olsa da felsefe tarihine büyük katkılar sağlamış matah, derinlikli bir fikir de değildir!
FREUD'A DA YANAŞMIŞ
Salomé'nin, Freud'un ölüm güdüleri teorisinden etkilendiği için "Aşk, kendi ölümüne çabalayan bir şeydir" gibi lalettayin tezler haricinde psikanalist külliyata da bir katkısı yok, hatta hiç yok. Misal bir Melanie Klein'in (ki o da 'Feminist' bir psikanalisttir) halk deyimiyle tırnağı etmez. Dünya'dan çalmayı kendine şiar edinmiş ve bunu da kendince aforizmalaştırmış birinden daha fazlasını beklemek iyimserlik olurdu.
Salomé, psikanalize ilgi duyunca Sigmund Freud'a da yanaşmış haliyle. Freud'a bir mektup yazmış ve Viyana'ya taşınarak birlikte çalışmak istediğini belirtmiş. Freud da teklifi kabul etmiş.
Salomé'nin en çok ilgisini çeken konu narsizmdi. (Freud kakofoniye neden olduğu için narsisizm denilmesini pek salık vermez.) Salomé, bu dönemdeki çalışmalarıyla en özgün yapıtı Erotik'i üretmiş. (Aşk, kendi ölümüne çabalayan bir şeydir sözü de bu kitapta yer alıyor.)
Bir Slav Yahudisi olduğunu yazdık Salomé'nin. Ailesi Rusya'ya göçmüş Seferad Yahudisi… 12 Şubat 1861'de Çarlık Rusyası'nın ve edebiyatının başkenti St. Petersburg'da doğmuş, 5 Şubat 1937'de ölmüş. ('Doğumuyla, ölümüyle bir Kova kadını'.) Toplam 19 kitabı var. On beşi roman.
Salomé; rivayete göre, bir akşam Rilke ile kavga eder ve ondan çok uzak bir yere gecenin yarısında bir at arabasıyla gider. Fakat gideceği yere vardığında adamı çok özlediğinin farkına varır, içindeki bu özlem duygusu ile ne yapacağını şaşırır ve bu duyguyu alt edebilmek için Rilke'nin ona yazdığı eski bir mektubu yer.
Şöyle bir genel kabul vardır: 'Slav kadınları tutkulu severler'. Salomé, bu klişeye hiçbir yönüyle uymuyordu. Bilinen şey, çok fırsatı, hem de rasyonel bakınca 'iyi fırsat'ları olduğu halde bir erkeğe bağlanamadığı. Zira bedensel çekim, evlilik ya da sadakat ilişkisini özgürlükleri kısıtlayıcı bir şey olarak görüyordu. Bu da bir tercih.
Kahramanımız, 1937'de, yani Naziler'in İkinci Dünya Savaşı'nda kullanacağı silahların üretimine tam gaz devam ettiği bir dönemde Almanya'da yaşamını yitiriyor. Ölmeden önce söylediği son sözler ise şunlar:
"Düşüncelerimi serbest bıraksam, aklım kimseyi bulmaz. Tüm bu olup bitenden sonra, en iyisi ölmek."
Dürüst olmak gerekirse pek 'bir şey söylemeyen' sözler bunlar.
DOĞRU FİKİRLER ÜRETMİŞ 'FEMİNİST' DÜŞÜNÜR
Gelelim yazıya; kadını, üretmeye, çalışmaya, düşünmeye teşvik etmiş aforizması ile giriş yaptığımız Simone de Beauvoir'a… (Tam adıyla
Simone-Lucie-Ernestine-Marie Bertrand de Beauvoir.) 9 Ocak 1908 Paris doğumlu. Bir Oğlak kadını. Ezoterizm tarihini en iyi anlatan kitaplardan Tüm Çağların Gizli Öğretileri'nin yazarı Manly P. Hall'a göre mevsim döngülerinden ötürü dört temel burç olarak görülen (Diğerleri Koç-İlkbahar döngüsü, Yengeç-Yaz döngüsü ve Terazi-Sonbahar döngüsü) Oğlak burcundan (Kış döngüsü).
Bir roman, felsefe, deneme yazarı ve gazeteci. Genellikle önemli ve doğru fikirler ortaya atmış bir düşünür. En önemli eseri modern Feminizm'in temellerini attığı 1949'da yazılmış İkinci Cins adlı kitabı.
Beauvoir'in annesi koyu bir Katolik, babası ise bir 'agnostikti'. ('Tanrı'nın varlığının veya yokluğunun bilinemeyeceğini iddia eden akım'.) Onu en çok etkileyen iki kişiden biri de kardeşi Helen, diğeriyse yakın dostu Zaza'dır. (Siverek, Gerger ya da Solhan'ın Zaza'larından değil, adı Elizabeth Zaza Lacoin olan biri!)
Helen; Beauvoir'ın, küçüklüğünden itibaren sürekli öğretici bir kaygı içinde olduğu bir kardeş. Zaza ise trajik yaşamı ve yine trajik, erken ölümü nedeniyle hikâyesi Beauvoir'ı derinden etkilemiş biri.
1929'da Sorbonne'da tanıştığı meşhur varoluşçu düşünür Jean-Paul Sartre da yalnızca fikirleriyle Beauvoir'ı derinden etkilemiş biri değil, aynı zamanda onun partneri, yoldaşı, sevgilisi. (Paris'te Cimetière du Montparnasse Mezarlığı'nda yan yana yatıyorlar!)
Mamafih Beauvoir'ın özel hayatının iyi emsal teşkil edecek, örnek alınacak tarafı yoktu, ama bir düşünür olarak dikkate şayan görüşler ortaya attı.
Erkek cinsinin uzun iktidar dönemi sonunda (Öyle ya, Hazreti Âdem'den beri kimi devirler hariç cins olarak iktidardadır erkek) bu iktidarın kölesi olan bir yapıya büründüğünü söyler mesela. 'Ekmek kazanmak' (ki Yahudi mitolojisinde cennetten kovulup dünyaya gönderilmek ve burada ekmek kazanmak zorunda olmak hep bir 'lanet' olarak görülmüştür, Yahudiler'in para ve gücü önemsemesinin bir nedeni de budur, bahsi diğer) giderek daha çok rekabet, mücadele ve hatta savaş ile hep fazlasına erişmenin tehlikeli bir misyonuna dönüşmüştür ona göre.
Beauvoir'da Freudçuluğun etkilerinin görüldüğü bir feminist varoluşçuluk düşüncesi hâkimdir. Bu düşüncelerle "Kadın doğulmaz, kadın olunur" ilkesine erişir. Ona göre kadınlar, erkekler kadar seçme yeteneğine sahiptir ve eğer kendini geliştirmeyi seçer ve becerebilirlerse mevcut durumdan çok daha ilerisine erişebilirler. Bunu başaran kadınlar, kendi hayatlarına ve dünyaya çok daha fazla katkı sağlayabilir.
Beauvoir'ın evliliğe bir burjuvazi müessesesi olduğu için kategorik olarak karşı çıktığı yerler vardır. Bu karşıtlık, Feminizm ideolojisiyle birleştiğinde ortaya şu türden aforizmaları çıkar:
"Evlilik, geleneksel olarak kadınlara sunulmuş tek gelecektir. Birçok kadın ya evlidir ya bir zamanlar evlilik geçirmiştir ya da evli olmadığı için acı çekiyordur."
Şu cümle de ona ait: "Özellikle Zaza sayesinde yüceltilmiş burjuvazinin nasıl nefret edilecek bir şey olduğunu keşfettim."
Beauvoir, burjuvazi'den neden 'tiskindi' tam olarak bilinmiyor. Bu konuda pek yorum yapamayacağım. Ancak Beauvoir'ın burjuva düzeninin bir parçası olarak gördüğü evliliğe karşı olması, tutarsız ve çelişkili. O dönemde bütün muhalif ideolojilere biraz da 'sol sos' döküldüğü için Feminizm'e de aynı sos dökülmüş. Hâlbuki evlilik, burjuvazinin tarih sahnesine çıkışından çok önce de vardı, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Yani evliliğin bir burjuvazi kurumu olduğu da kuruntudan ibarettir.
BEAUVOİR'IN 'ÇOCUK SAHİBİ OLMA'YA BAKIŞI
Evliliğe karşı olmasına rağmen Beauvoir, çocuk sahibi olmaya karşı biri değildir. Bunu, çocuk sahibi olma konusunda yazdığı aşağıdaki tutarlı görüşlerden anlıyoruz:
"Ana karnındaki yumurtayla ilgilenen toplum, doğan çocukların yüzüne bile bakmaz."
"Çocuk insanın kendini adayabileceği değerli bir girişimdir elbet; ama bütün girişimler gibi, tek başına insanı doğrulayamaz; üstelik yalnız kendisi için istenmelidir, yoksa birtakım varsayımsal çıkarlar için değil."
"Çocuklar, aşkın yerini tutan birer oyuncak değildirler; gerçekleştirilemeyen bir ereğin yerini de doldurmazlar; yaşamımızın boşluğunu örtecek birer malzeme de değildirler; onlar ağır bir sorumluluktur."
"Kadınların kurtuluşu karınlarından başlayacak."
Bu cümlelerinden anlaşılacağı üzere Beauvoir, çocuk sahibi olmanın ve doğurma özgürlüğünün değerine inanmıştı. Doğurmayı bir 'üstünlük' olarak da görüyordu. Elbette bunu çıkar için yapmamak kaydıyla…
Yazı 10 bin vuruşu aştı yine. Artık toparlayalım: Beauvoir Feminist'tir, 'İkinci Dalga'ya büyük düşünsel katkılarda bulunmuştur. Ancak günümüzde yaşasaydı bugünün Feminizmi'ni kuvvetle muhtemel yerden yere vururdu. Yine de klişe deyimle 'son tahlilde' modern Feminizm'i postmodernist bir metodolojiyle kurduğu için günümüzün Feminizmi'nin temellerinin atılmasında katkısı ya da tam zıt bakışla sorumluluğu vardır.
Beauvoir, her şeye rağmen erkekte maskülen, kadında feminen yani kadınsı özelliklerin muhafaza edilmesi gerektiğine inanan bir düşünürdür. Günümüzün 'Dördüncü Dalga Feminizmi'nin yaptığı gibi kadındaki feminenliği söküp atmaya yeltenmemiştir. (Bu konuda yazdığım yazı için bkz: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ferhat-unlu/2019/11/10/dorduncu-dalga-feminizm-ve-cam-tavan-sendromu)
Boşuna değildir şu cümlesinde ısrarla kadın kimliğine vurgu yapması:
"Ama eğer kendimi tanımlamam gerekirse, her şeyden önce şunu söylemeliyim: 'Ben bir kadınım'; diğer bütün tartışmalar bu gerçeğe dayandırılmalıdır."
Yani kadınlığa, tabiatıma aykırı bir düşüncem olamaz demeye getiriyor. Bunu Feminizm, Feninenizm'e karşı değildir, olmamalıdır diye tefsir edebiliriz. (12 Şubat 2012 tarihli 'Devlet, paralel devlete karşı' başlıklı yazımla mukayeseli düşünürsek burada devlet, yani meşru güç 'Feninenizm', paralel devletse 'Feminizm' oluyor.)
Salomé'den ziyade Beauvoir gibi kadınların sayısının artması dileğiyle… Ya da şöyle söyleyelim: Tarihe Salomé olarak değil, Beauvoir olarak geçmek isteyen kadınların sayısının artması temennisiyle…
8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.