Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Lazkiye’deki ‘Hançer Operasyonu’nun şifreleri

2010 yılı olmalı… PKK Lideri Abdullah Öcalan'ı 1996 senesinde Suriye'nin başkenti Şam'da takip eden bir Milli İstihbarat Teşkilatı görevlisinden operasyonun bilinmeyenlerini dinlemiştim. 'Mercedes Operasyonu' adı verilen bu suikast girişimi operasyonu öncesindeki takip/tarassut faaliyetleri esnasında bir kümeste saklanarak Öcalan'ı gözlediğinden ve fotoğraflarını çektiğinden söz etmişti.

Öcalan, uzun süren bu takip/tarassut faaliyetlerinin sonunda 6 Mayıs 1996'da mebzul miktarda (Bir ton kadar) C-4 patlayıcı ile yüklenip sınırdan gizlice geçirilen Mazda minibüsün uzaktan kumandayla havaya uçurulduğu suikast girişiminden sağ kurtulmuştu.

Hazırlık evreleri son derece başarılı olan, ama minibüs uzağa park edildiği için sonuç alınamayan bir operasyondu bu. Bununla birlikte Öcalan'ın 1998 sonunda Suriye'den çıkışına uzanan süreçteki baskının bu operasyonla başladığı söylenebilir.

Bu tür operasyonlar zor, nüanslı operasyonlardır. Geçtiğimiz hafta Reyhanlı saldırısının faillerinden Yusuf Nazik'in Lazkiye'den alınıp getirildiği türden operasyonlar ise suikasttan iki kat daha zordur. Çünkü hedefi almaya gittiğiniz derinliğe girdikten sonra dikkat çekmeden onu yakalamak dışında bir de sağ salim geri dönme zorunluluğu vardır. Bu yüzden canlı alıp getirme operasyonlarında risk katsayısı suikast girişimlerine oranla yüzde elli yüksektir.

Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de Lazkiye'deki operasyonun bilinmeyenlerini aktaracağım. İlk kez bu köşede dile getirmiş olalım: Operasyonun adı 'Hançer Operasyonu'. İstihbaratçılar, Suriye rejiminin kalesi Lazkiye'de bu operasyonu yaptıkları için 'Hançer' adını uygun görmüşler.

BİR VİLLADAN ALINIP GETİRİLDİ

Bu tür operasyonlardaki fiziki takip faaliyetleri bazen istihbaratçıların hilal biçiminde konumlandığı bir pozisyonda yapılır. Hedef; üç, kimi zaman dört koldan sarılır ve o anda ne yaptığı, kendisine ve çevresine hissettirilmeden an be an izlenir, fotoğraflanır.

Yaklaşık sekiz ay boyunca Reyhanlı faili Yusuf Nazik de, aralarında bu fiziki takip, tarassut yönteminin de bulunduğu muhtelif yöntemlerle izlendi. Defalarca fotoğraflandı. Gün boyunca ne yaptığı gözlemlendi. Sıklıkla Suriye istihbaratı El Muhaberat'ın binasına gidip geliyordu mesela. Oradan güncel talimatlar almak için… Ve Muhaberat'ın sağladığı iki telefonla haberleşiyordu. Edindiğim bilgilere göre Nazik, aylar süren takibin sonucunda Lazkiye'nin 1,5 kilometre dışındaki bir villadan alınıp Türkiye'ye getirildi.

Nazik'in alınıp getirildiği Lazkiye 400 bin nüfuslu bir rejim kalesi. Tartus'un korunmasında stratejik öneme sahip. Şehir, rejim askeri birlikleri ve Muhaberat tarafından korunuyor. Kentin elektronik istihbarat (ELINT) açısından güvenliğini ise Rusya sağlıyor.

Bu operasyon, tamamıyla Türkiye'nin öz istihbarat imkânlarıyla yapılması açısından da önemli. 'İthal istihbarat yok', başka bir servisle işbirliği yok. Aksine onlara rağmen yapılan bir operasyon.

Operasyon için hayatı öneme haiz bütün cari istihbarat bilgileri MİT tarafından sağlandı. Yani PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 15 Şubat 1999'da CIA tarafından Türkiye'ye âdeta hediye edilmesi ve hatta Şemdin Sakık'ın 13 Nisan 1998'de Barzani güçlerinden alınan destekle Türkiye tarafından derdest edilip getirilmesinde olduğu gibi yabancı bir güçle işbirliği ve dayanışma yok Yusuf Nazik operasyonunda. Operasyonun herhangi bir komplikasyon (çatışma vs.) olmadan, tereyağından kıl çeker gibi gerçekleşmesi de bir başarı.

TERÖR, İSTİHBARATIN DİLİ

1 Kasım 2015'te bu köşede yayınlanan 'İstihbaratın kriptolu dili: Terör' başlıklı yazıda ayrıntılı olarak anlattığım üzere terör saldırıları istihbarat servislerinin birbirleriyle gizli haberleşme yollarından biridir. Daha doğrusu Suriye, İsrail, ABD, yer yer İran istihbaratı gibi terörü aparat olarak benimseyen servisler bu yöntemi kullanırlar. Bu gizli haberleşme sisteminde genelde terör örgütleri kullanılır. (Reyhanlı saldırısında olduğu gibi doğrudan gizli servisin organize ettiği terör saldırıları nadir rastlanan türdendir.)

2013-2016 arasındaki DEAŞ, PKK, FETÖ saldırılarının anlamı Türk devlet aklı tarafından hakkıyla tercüme edildi. Mesela DEAŞ ve PKK'nın 2014, 2015, 2016 sürecindeki saldırıları Türkiye'yi, Suriye'de olduğu gibi DEAŞ ve PKK'nın savaş alanına çevirip ülkemizi iç savaşa sürükleme stratejisinin bir parçasıydı. Türkiye bu saldırıları böyle okudu ve buna göre karşılık verdi.

Türkiye'nin istihbarat stratejisi 'kontr-terör', yani teröre karşı koyma konseptine dayanır. Teröre bugüne kadar askeri ve istihbari manada sınırlarımızın içinde karşı koyuyorduk, artık kaynağında karşı koyuyoruz. Son Yusuf Nazik operasyonu bunun istihbari tezahürü. Bu da bizim dilimiz ve rakip, düşman servislerin bu dili tercüme ettiğine şüphe yok. Henüz edemeyen, etmek istemeyen servisler de zamanla anlayacaklar.

Bu tür operasyonlar Hollywood filmlerinde olduğu gibi olmuyor. Görevimiz Tehlike filmleri misali titan gibi insanüstü performans sergileyen casuslar yok. İşinin ehli ama sahada bin bir türlü zorlukla mücadele eden istihbaratçılar yapıyor bu tür işleri.

Yeri gelmişken şunu da söyleyelim: Türkiye'de Antakya ve Suriye'de Lazkiye, İdlib bölgeleri iç savaşın başladığı 2011'den bu yana casuslar savaşının en yoğun yaşandığı yerler. Soğuk Savaş yıllarında İstanbul nasıl casus cenneti ise bu bölgeler de 'casus cenneti'. Ve kendi ülkesini iç savaştan koruyamamış Muhaberat gibi zayıf servislerin Türkiye'nin istihbarat servisi ile baş etme gücü yok.

Genelde bu tür istihbarat operasyonları üçüncü bir ülkede yapılır. Mesela Suriye'ye karşı bir operasyon yapacaksınız, bunu tercihen komşusu Irak üzerinden yaparsınız. Genel kaide böyledir. Ama şu an Suriye'de bir iç savaş var. Türkiye; Lazkiye'deki 'Hançer Operasyonu'nu doğrudan rakip ülkede yaptı. İç savaşın dezavantajlarını avantaja, yani krizi fırsata çevirdi.

MİT'in Mihraç Ural'a da Lazkiye bölgesinde birkaç operasyon yaptığı sır değil. Ural bu saldırılardan yaralı kurtuldu. İstihbarat çevrelerinde Mihraç Ural, birkaç suikast girişiminden kurtulduğu için 'dokuz canlı' esprileri yapılıyor. Ama Ural sürekli ölüm tehdidi ile paranoya içinde yaşıyor.

MİLLET DEVAMINI BEKLİYOR

Yusuf Nazik, İçişleri Bakanlığı'nın arananlar listesinde mavi kategoride yer alan ve ayrıca Interpol tarafından da Kırmızı Bülten'le aranan bir isimdi. Nazik hakkında Kırmızı Bülten'le arama çıkarılması Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararıyla olmuştu.

MİT Yasası da bu tür operasyonlar için 2014'te güncellenmişti. En son 1984'te düzenlenmiş MİT Yasası'nda 2014 yılında yapılan değişiklikle istihbarat teşkilatının kabine tarafından verilen görevlerle yurtdışında operasyon icra etmesinin önü açılmıştı.

Yusuf Nazik operasyonunun başarıyla sonuçlanmasının en önemli sebeplerinden biri, 11 Mayıs 2013'te Reyhanlı Katliamı'nın gerçekleştiği dönemde olduğu gibi Türk devletinin içeriden istihbari manada kuşatılmamış olması. Türkiye bu tehdidi, FETÖ belasını, 15 Temmuz'dan sonra büyük oranda bertaraf etti. Eğer öyle olmasaydı casus içerideyse sızıntı mukadderdir gerçeği bu operasyonda da karşımıza çıkacak ve operasyon, gerçekleştirilemeden önce sızıntı ile önlenecekti.

2005-2016 arasında devletin istihbarat çarkı, bütün cesametiyle merkezi sinir sistemine yerleşmiş Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tarafından sabote ediliyordu. Şöyle bir teşbihle açalım: Beyinden organlara yanlış komutlar gidiyor, daha doğrusu giden komutlar sinir sistemine yerleşmiş virüsler tarafından çarpıtılıyordu. Mesela Reyhanlı saldırısından üç gün önce, 8 Mayıs 2013'te MİT Hatay Bölge Müdürü tarafından FETÖ'cü savcı Özcan Şişman'a verilen saldırı istihbaratı sümen altı edildi. Bu tür sabotajlar PKK ile mücadelede de yaşandı. Şimdiki gibi sonuç alınamayan dağın taşın bombalandığı operasyonların bir sebebi de FETÖ'nün devlette yerleşmiş olmasıydı. Cari istihbaratın nitelikli sonuçlar doğuramamasının en önemli sebebi buydu. Terörle mücadele FETÖ yüzünden bir kısır döngüye, sık yaptığım benzetmeyle kuyruğunu yiyen yılana dönüşmüştü âdeta.

Reyhanlı saldırısını, o dönemde El-Kaide'ye bağlı olduğu öne sürülen gruplar üstlenmişti! Bu da bir istihbarat operasyonuydu. O dönemde kullanışlı bir terör markası olan El-Kaide, her saldırının faili gibi gösteriliyordu. Saldırıya göz yuman FETÖ de terör eyleminin El-Kaide tarafından yapıldığı kara propagandasını dolaşıma sokmuştu.

FETÖ'nün tasfiyesinde kısmen mesafe kaydedilen 2014'ten sonra MİT yasasındaki önemli değişiklikle Türkiye'nin içe dönük, savunma bazlı istihbarat konsepti dışa dönük ve saldırıyı dışarıda karşılayan bir çehreye büründü. Boşuna değildi o süreçte, yani MİT Yasası'nın Meclis'te tartışıldığı dönemde FETÖ'nün istihbaratta mevzuat değişikliğine karşı çıkması. Hatta ironiktir ki, kendilerinin 2013'te Türkiye'de terör saldırısı yapmasına göz yumdukları El Muhaberat'a benzetmeye kalktılar MİT'i. Unutulmuştur diye altını çizelim: "Türkiye bu yasa ile Muhaberat devletine dönüyor" diyen kimdi: FETÖ'nün kalemşörleri.

1990'LARDA DA SIZINTI VARDI

Operasyon öncesi sızıntının bir örneği 1996'da yaşanmıştı. Türkiye, Mayıs 1996'da Öcalan operasyonu öncesinde Genelkurmay İstihbarat'tan bir yetkilinin, 'dinlenmemesi imkânsız' bir görüşmede Suriye'deki askeri ateşimize "O Öcalan köpeğini süründüre süründüre getireceğiz" dediği dönemleri de yaşadı. İster tedbirsizlik, ister kötü niyet deyin. Ama o dönemlerde MİT ve TSK arasında tam bir işbirliği yoktu. Yusuf Nazik operasyonunda ise iki kurumun güçlü bir eşgüdümle çalıştığını söyleyelim.

Açıkçası Yusuf Nazik'in Türkiye'ye getiriliş rotası ile ilgili net bir bilgi edinemedim. Ama şu kadarını biliyorum: Nazik, dönüş yolunda güvenliğini TSK'nın sağladığı bir güzergâhtan geçirilerek sınırdan içeri sokuldu. Güzergâh konusunda ketum davranılmasını anlayışla karşılamak lazım. Çünkü kamuoyunun, devam etmesini beklediği bu tür operasyonların yinelenmesi için operasyon yöntemlerinin deşifre edilmemesi lazım.

ABD'nin, terör örgütü PYD'ye kurdurduğu Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) Sözcüsü Talal Sülo'nun teslim olması operasyonu da başarılı bir işti. Ama açıkçası MİT, Yusuf Nazik operasyonuyla çıtayı yükseltti. Her başarı, beklentiyi yükseltir. Umarız istihbarat teşkilatımız bu beklentileri karşılayacak yeni operasyonlara imza atar, atmalı. Devletin üst yönetiminin ve milletin 'Teşkilat'tan beklentisi bu.

Lazkiye'deki 'Hançer Operasyonu' gibi operasyonların sırları hiçbir zaman tam anlamıyla açığa çıkmaz. Ama emeği geçenlerin, uzak gelecekte torunlarına anlatabilecekleri bir hikâyeleri var. Ve bu hikâyeleri çoğaltmak gerekiyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA