Son televizyon yayınını bizimle yapan değerli ağabeyimiz Erol Olçok (ve tabii 16 yaşındaki evladı Abdullah Tayyip), yüzünde mütemadiyen her türlü kedere karşı koyan bir tebessümle dolaşan dostumuz, Yeni Şafak çalışanı Mustafa Cambaz, darbeci generallerden birini Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı (ÖKK) ele geçirmeye çalışırken alnından vurduktan sonra karşı ateşle şehit edilen kahraman astsubay Ömer Halisdemir, üniformalı terörist pilotların ateşlediği, milletin vergileriyle alınmış F-16 bombalarıyla can veren ve yüzleri tanınmaz hale geldiği için kimlikleri ancak silah seri numaralarından tespit edilebilen Adanalı ikiz şehitler Ahmet-Mehmet Oruç ve diğer 15 Temmuz şehitleri... Sayılarının artmamasını dilediğimiz, adları hep minnetle yâd edilecek 246 onurlu insan... Tekmil 15 Temmuz şehitlerinin anısına dürüstçe cevaplanması gereken iki önemli soru var: - Bu menfur girişim neden 15 Temmuz saat 15:00'ten önce haber alınamadı? - O saat itibarıyla haber alındıktan sonra da neden Başkomutan'a bildirilmedi? 15 Temmuz akşamı saat 22:21'de emekli bir Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yöneticisinden gelen bir telefonla öğrendiğim darbe girişiminde cevaplanması gereken en önemli sorular bunlar. Bu sorulardan ikincisini, 18 Temmuz'da saat 15:42'de Twitter'da "MİT'in, darbe planını ne zaman haber aldığı ve hangi makamı uyardığı ilk ağızdan -Cumhurbaşkanı tarafından- açıklanmalıdır" diyerek ilk gündeme getiren ben oldum. Sonra aldığım ek bilgilere istinaden MİT'in 15 Temmuz darbe, terör ve iç işgal harekâtını sıralı amiri konumundaki Başbakan'a ve Cumhurbaşkanı'na, olayı saat 15:00'te haber almasına rağmen en az beş saat boyunca haber vermediği bilgisini yine Twitter'da ve ekranlarda paylaştım. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Al Jazeera Türk televizyonuna yaptığı açıklamada "Darbe girişimi haberini ilk eniştemden aldım" diyerek bunu doğrulamakla kalmadı, sonradan yaptığı bir başka açıklamada olay akşamı MİT Müsteşarı'na bir süre ulaşamadığını da beyan etti. Demek ki işin 'ulaşamama' boyutu bile var ve bu daha da vahim. Çeyrek asra yakın bir süredir istihbarat üzerine yazıp çizen bir gazeteci olarak hâlâ 9. Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel'in vaktiyle söylediği noktada olduğumuzu üzülerek görüyorum. Ne diyordu Demirel: "MİT, Angola'da darbe olsa haber verir, bizde bir şey olunca haberimiz olmaz." MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı 7 Şubat sürecinde bu köşede ilk savunan, onu paralel devlete karşı 'devletin yüz akı' olarak tasvir eden bir gazeteci olarak 15 Temmuz'daki aşikâr istihbarat zaafını gündeme getirmek ve gerçeği söylemek de benim mesleki görevim. Ve ayrıca resmen dışarıdan güdülenen iç işgal harekâtı ile karşı karşıya olduğumuz şu süreçte aynı zamanda bir vatandaşlık vazifesi.
İMAMLAR F-16 KALDIRDI
FETÖ'nün bunca serpilmesinde; örgütün, milletin ortak hafızasındaki darbe fobisini kullanarak kendi darbesini inşa etmesinde, ABD'nin bu karanlık False Flag (Sahte Bayrak) operasyonunun engellen(e)memesinde ülke olarak hepimizin sorumluluğu var. 15 Temmuz'da F-16'lar imam talimatıyla kalktıysa, ihanet timleri yine imam talimatıyla bu ülkenin Başkomutanı'nı öldürmeye gittiyse, imam talimatıyla TBMM bombalandıysa, vatana askerlik yapmış insanlar imam talimatıyla vurulduysa sadece MİT değil, pek çok tüzel ve özel kişi bunun müsebbibi. Neredeyse tüm ülke... Çok şükür ki, ilk varta atlatılmış durumda ama risk halen geçmiş değil. Zaten bu yüzden milletin özel kuvvetleri -beyaz kuvvetler- Kuvayi Milliye ruhuyla sokaklarda. Asıl ordu, yani millet ise kışlasında hazır kıta. Eğer bir başka cunta (Bu, artık FETÖ'cü olmaz, olsa olsa NATO'cu olabilir) harekete geçerse millet, sivil ordusunun tamamını sokaklara yığar ve TSK'ya şunu haykırır: "NATO'nun değil, benim ordumsun. Aklını başına al, kışlana dön. Ve benimle savaşmaya kalkarsan yenilirsin!" Millet, Türkiye tarihinde hiçbir zaman cuntacıların yanında olmadı, ama 15 Temmuz'a kadar tankların karşısına böylesine dikildiği de vaki değildi. Bu kez paletler altında ezilme pahasına onu da yaptı ve daha ötesini yapmaya da kararlı. Recep Tayyip Erdoğan'ı da bu savaşta, İkinci İstiklal Harbi'nde önder olarak kabul etmiş vaziyette. Erdoğan'ın ikinci kurucu adayı olduğunu yıllardır yazıp söylüyorum. Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün tam istiklâl ülküsüne ulaşmamız için çağımızın belki de tek fırsatıdır. İşte bu yüzden millet, söz konusu büyük fırsatı elinden demokratik yollarla değil, cebirle almaya çalışan herkesi 'hain' telakki ediyor. İşte bu yüzden Dombra ezgileriyle sokaklara akın ediyor. Etnik, mezhebi ve ideolojik kimlikten arınmış olarak; Türk'üyle Kürt'üyle, Sünnisi'yle Alevisi'yle, dindarıyla seküleriyle "Biz büyük Türkiye'yiz" diyerek akın ediyor hem de. Dombra ve 'Biz Birlikte Türkiye'yiz' ana fikrinin mimarı Erol Olçok'un şahsında 15 Temmuz şehitleri, PKK ve bilumum hain terör örgütleriyle mücadeledeki şehitler, Kurtuluş Savaşı/Çanakkale şehitleri ve tarihimizdeki tekmil şehitlerimizin yüzü suyu hürmetine yaşayan bu büyük ülkenin bekası için...
FETÖ DARBENİN KOÇBAŞIYDI
Gelelim, FETÖ ile mücadelenin TSK boyutundaki vahim hatalara... İlk tasfiye, TSK'da yapılması gerektiği halde (Çünkü terör örgütünün elindeki silahları almak en öncelikli meseledir) neden bu kadar beklendi? Bir diğer terör örgütü PKK ile mücadelenin tekrar başlamış olması bunun gerekçesi olamaz, çünkü FETÖ de bir terör örgütü. Hatta devletin silahını devlete karşı kullandığı için daha azılı bir terör örgütü. Maalesef bunu bilmeyenler, kabul etmeyenler, 15 Temmuz'da çok acı vesilelerle öğrenmiş oldular. Erdoğan'ın 7 Şubat'tan bu yana devlet içinde, 17 Aralık'tan sonra ise millet önünde dilinde tüy bitercesine tekrarladığı Paralel Yapı ile mücadele söyleminin hakkıyla eyleme geçirilmemiş olması hantal, uygitsinci bürokrasinin, devletin günahlarından biridir. Bu tasfiye gerçekleşmediği gibi darbe planının yine Twitter'da 16 Temmuz 14:19'da paylaştığım belgesi (Bir gün sonra televizyonlarda verilmeye başlandı) Yıldırım Harekât Planı Mesaj Formu, onca zaman TSK içinde yazılı olarak dolaştığı halde ordu bu cunta hareketliliğini niye tespit edip önlem almadı? İki ihtimal söz konusu: Ya kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün deyişiyle bir gaflet var. Ya da daha kötüsü TSK içindeki NATO'cu ana omurga, FETÖ'nün koçbaşı olduğu darbe girişiminde "Bekle gör" politikası izledi. Ve eğer FETÖ galebe çalsaydı belki de darbeye ABD desteğiyle NATO'cular el koyacaktı. Ancak millet buna asla izin vermeyeceğini 15 Temmuz'da gövdesini ortaya koyarak göstermiş oldu.
ÖZEL-FİDAN GÖRÜŞMESİ
15 Temmuz'daki istihbarat zaafından, Hakan Fidan'ın yanlışlarından söz ettik. Aynı Fidan'ın Necdet Özel'in Genelkurmay Başkanlığı döneminin sonlarında ona ordudaki FETÖ yapılanması ile ilgili bir liste götürdüğü yönündeki iddiayı açıklamak da hem hak teslimi, hem mesleki gereklilik. Şimdi darbecilere hakkını helal etmediğini -öğrendiğime göre devletin üst yönetiminin bilgisi dâhilindesamimi biçimde televizyonlarda açıklayan Özel döneminde o listenin gereği ne ölçüde yapıldı bilmiyoruz. Bu arada o görüşmede Özel'in, Fidan'a "Başçavuşum!" diye hitap ettiği yönünde bir iddia vardı. Telefonla görüştüğüm Necdet Özel, Fidan'a kesinlikle "Başçavuşum" diye hitap etmediğini, aralarındaki yaş farkı ve samimiyete binaen "Hakan" dediğini söyledi. Bu vesileyle Özel'in açıklamasına da yer vermiş olayım.