21. yüzyılın geleceğini şekillendiren 11 Eylül saldırılarından iki ay sonra ABD'nin Sadettin Teksoy'u olarak nitelendirilebilecek Fox TV'nin sunucusu Geraldo Rivera, Afganistan'ın Tora Bora Dağları'nda Usame Bin Ladin ve El Kaidelilerin peşine düşmüştü.
"Tabanca taşıyorum ve Bin Ladin'le karşılaşırsam, hiç düşünmeden silahımı çekip onu alnının ortasından vururum" diyordu, ABD ordusu bile bu tür gazetecilikten, operasyonu tehlikeye attığı gerekçesiyle rahatsız oldu ve Rivera cepheden kovuldu.
İşte Rivera'nın kovulduğu o cephe, bugün DAEŞ denilen devletimsi terör örgütünün ilk tohumlarının atıldığı yer. Zira istihbarat raporlarına göre şimdiki DAEŞ'in atası olan Irak El Kaidesi adlı yapı, Tora Bora Muharebesi'nden kaçan bir çekirdek El Kaide aklı tarafından kuruldu.
Bu akıl, Hollywood'un bilimkurgu klişelerindeki virüsler gibi hızla yayıldı. Ve bölgede bir kartopu gibi büyüyerek güçlü ama kontrolü zor bir yapıya dönüştü.
Musul'dan başlayarak Irak'ın kritik bölgelerinde kendilerine yakın Sünni aşiretleri 'Büyük Şeytan' ABD'ye karşı örgütledi.
PARA PETROLDEN GELİYOR
DAEŞ, şiddetin bir iktidar sağlama aracı olduğunu bilerek ve gücünü kullanıp aşiretler üzerinde egemenlik kurarak bölgede hâkim olmaya başladı. Irak'tan sonra Suriye'ye yayıldı ve zamanla kendisini Biladü-Şam Bölgesi'nin emiri ilan etti.
Bu arada ilk kuruluş dönemlerinde Şia düşmanı Selefi bir örgüt olmasına rağmen İran tarafından gizlice beslendi. Bunun da sebebi Irak'a yönelik ABD müdahalesi sonrası İran'ın, sıranın kendisine geleceğini düşünmesiydi.
DAEŞ, sonradan bünyesindeki yabancı savaşçılar üzerinden dünyanın hatırı sayılır servisleriyle de aynı yatağa girebilen bir örgüte dönüştü.
Bölgedeki otorite boşluğundan faydalanarak El Kaide'den farklı bir biçimde alan hâkimiyeti sağladı. Ama aynı zamanda son Paris saldırısında gördüğümüz üzere küresel terör de üretir hale geldi.
DAEŞ, terör örgütü ama tıpkı devletler gibi toprağı, ekonomisi, ordusu ve hatta istihbarat örgütü var. İstihbarat teşkilatlarının sızabildiği bir örgüt, ama ayrıca kendi istihbarat örgütü ve aklı da var. Çok kullanışlı bir yapı. Öyle ki bazen bir terör markası olarak DAEŞ ismini kullanıp eylem yapmak mümkün. Örgütün ekonomisinin en önemli dayanaklarından biri petrol gelirleri. Yarı fiyatına petrol satıyor DAEŞ. Ayda sattığı petrol miktarı yaklaşık 400 bin varil. İşin ilginç tarafı bu petrolün alıcılarından biri de İsrail.
YABANCI TERÖRİST SAVAŞÇILAR
DAEŞ'in insan kaynağının önemli bir bölümü, kısa adı YTS olan Yabancı Terörist Savaşçılar'dan oluşuyor. Güncel istihbarat raporlarına göre DAEŞ bünyesindeki yabancı savaşçı sayısı 30 bin civarında.
Bu orduda İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerinden pek çok kişi var. Avrupa ülkeleri, daha önce içlerindeki radikalleri Irak ve Suriye'ye göndermişti.
Bunların geri dönmeyeceğini düşünüyorlardı. Hatta ilk zamanlar ülkelerinden bölgemize gelen DAEŞ unsurlarıyla ilgili Türkiye ile istihbarat paylaşımında bulunmadılar. Şimdi teröristler geldikleri yere dönmeye başladı. Ve Avrupa, son Paris saldırısında görüldüğü üzere terör tehdidini gerçek boyutuyla hissetti.
Bundan sonra ne olacağını, Suriye'deki belirsizlik devam ettiği için kestirmek güç. Ancak iç savaşla artık ateşi Avrupa'ya kadar sıçrayabilen cehennemi bir girdaba dönüşen Suriye, muhtemelen üçe, hatta belki dörde bölünecek.
Nusayri bölgesi, Kürt kantonu, Sünni Arap devleti ve belki -mümkün olabilirse- bir Türkmen bölgesi kurulacak.
Temel soru, bu Sünni Arap devletinin post-DAEŞ süreciyle mi ortaya çıkacağı yoksa DAEŞ'in zamanla bir devlete mi dönüşeceği. İkinci seçeneğin gerçekleşmesi çok zor. Velev ki olsa bile dünya sisteminin bu kadar kriminal eylemden sonra DAEŞ'i kabullenmesi mümkün değil.
Daha önce yazılarımızda Frankenstein'e benzettiğimiz DAEŞ, yine onun gibi ansızın kayıplara karışıp tarih sahnesinden çekilebilir.