Kahva, coffee, cafe, caffe, kaffe, kaffe, koffie, kahvi... Evet, karşınızda kahve... 'Kahve piştiği yerde / Telve taştığı yerde / Güzel çirkin aranmaz / Gönül düştüğü yerde' diye mani mi düzelim, 'Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane' diye en klasikten mi girelim? 'Kahvelerim pişti gel / Köpükleri taştı gel / İyi günün dostları / Kötü günüm geçti gel' diye bir başka maniyi mi analım, 'Tütünsüz kahve, yorgansız uyku gibidir' lafını mı kınayalım?
Bir fincan acı kahvenin kaç yıl hatırı olacağını mı tartışalım, 'kahve dövücüsünün hınk deyicisi' ('evet efendim'ci) tiplere nasıl da ifrit olduğumuzu mu anlatalım?
Hatay'ın henüz bizde görünmediği Türkiye haritalı ve Atatürk portreli o efsane kahve fincanının en iyi kondisyonda olanını hangi eskicide bulacağınızı mı fısıldayalım, Tulya Madra / Santimetre imzalı fincan ve dal saplı cezvelere hayranlığımızı mı haykıralım?
Bach'ın 1730'ların ortasında bestelediği 'Schweigt Stille, Plaudert Nicht' (Gevezeliği bırak, sessiz ol) adlı kahve kantatını mı dinleyelim yoksa: "Beybabacığım, bu kadar katı olma! / Eğer her gün üç kez / Bir kasecik kahvemi içemezsem / Yanmış bir keçi rostosu gibi / Kupkuru olurum..."
Yoksa Brezilya'daki fazendalardan (kahve çiftlikleri), Kolombiya'daki Cauca vadisi yamaçlarından mı bahsedelim? Guatemala'da kahvenin yetiştiği Antigua'ya, Etiyopya'daki Kaffa'ya mı uzanalım?
Yemen'deki kahve plantasyonlarından Hajah ile Hodeida'yı mı karşılaştıralım?
Yok, o kadar da değil, haddimizi bilelim.
En iyisi Haydarpaşa'ya gitmek...
Dört günlük İstanbul Coffee Festival'i kuyruğundan yakalamak...
Haydarpaşa Garı'nın o benzersiz atmosferinde en taze, en özellikli kahvelerin kokusunu içine çekmek...
Tarihi mekânda, 3. dalga kahve temsilcilerini, yeniliklerini görmek, dinlemek, tatmak...
Daha iyi programı olan, parmak kaldırsın.