Şekerden enstalasyon
Tatlı yemesek de tatlıdan konuşalım. Dünya şekere savaş açmışken, çalışmalarını AVM Curiosities adıyla sürdüren İngiliz yemek tarihçisi ve sanatçı Tasha Marks, bienal için bir şeker enstalasyonu yapmış. 'Bu Şeker Dünyası Sınır Tanımıyor' isimli iş hem tarihsel öneme sahip hem de duyuları gıdıklıyor:
Motifleriyle göze hitap ediyor bir kere (Yemek ve estetiğin kesişim noktalarını inceleyen biri zaten Marks) ve şekerden olduğunun anlaşılmasıyla önüne geçilemeyen bir ağız sulanması!
Şekerin tarihinden yola çıkıp günümüzde kendisiyle olan 'Ne seninle ne sensiz' ilişkimize geliyor Marks. Bir yandan şekerli şeylere duyulan arzu tat reseptörlerimize nakşolmuş halde, öbür taraftan aslında ihtiyacımız olan şeker, arzuladığımızdan çok daha az. Bir de obeziteyi kafaya takan kültürler onu düşman bellemiş durumda. Peki şeker başka türlü ve olumlu bir etki de yaratamaz mı?
Bizdeki ve İngiltere'deki şeker kullanımı üstüne arşiv ve saha çalışmaları yapıyor Tasha Marks. Bu enstalasyon için de Türkiyeli zanaatkarlarla işbirliğine giriyor. Nadide lezzetleri ihtişamlı biçimde sunup gözü de şenlendiren ve sadece vip davetlilerce tadılabilen seçkin 15. yüzyıl ziyafetlerinden ilham alıyor.
Bu şölenlerin bir özelliği de şeker hamurundan yapılan göz alıcı objeler. Marks, bugün unutulmuş olan şekerden heykel yapma sanatını, Türkiye'deki geleneksel kalıpçılık ve ahşap işleme sanatlarıyla birleştiriyor.
Sonuç, hem estetik hem kültürel olarak doyurucu bir yerleştirme. Ve de haliyle çok tatlı!
Palamutun zaman çizelgesi
Tasarım Bienali'nin kapağı janjanlı şık kitabında, her işin ne olduğunu anlatan metnin üstünde, onu özetleyen bir mini cümle de yer alıyor. Bienalin başlığı 'Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil' ve bu cümlecikler de hep "Gelecekte..." diye başlıyor. Buradaki şöyle: "Gelecekte... bir manifestoyu ızgarada, buharda, fırında ya da tavada pişirin." Evet, olayımız palamut! Karaköy'deki Lokanta Maya ile Tepebaşı'ndaki Gram'un kurucusu Didem Şenol ile Elif Esmez ve Esra Acar, palamutun geçmişine, bugününe ve muhtemel geleceğine dair resimli bir zaman çizelgesi hazırlamışlar. Bu lezzetli Boğaziçi balığının portresi, lakerda tarifi ve yutkunmamıza sebep bir kutu içinde 72 saat boyunca kurutulmuş palamut yer alıyor 'Palamut Zaman Çizelgesi'nde. Bir de soru atılıyor ortaya: "Lezzet nasıl bir kültürel kaynak olabilir ve yemeği yeni bir çevre türü olarak nasıl daha iyi anlatabiliriz?"
Lezzet haplarına sadece su ekle!
Defne Koz ile İtalyan Marco Susani'den müteşekkil Koz Susani Design, son dönem aşçılık eğilimlerine bana mısın demiyor. Günümüzde daha makbul olan çiğe, işlenmemişe, yavaşa inat; aşırı işlenmiş, aşırı rafine edilmiş, aşırı hızlı bir yemek anlayışı getiriyor karşımıza. Lezzet hapları: Moleküler gastronomi ve endüstriyel tasarımın nimetlerinden yararlanarak tasarlamış yemek malzemeleri. Onlarınki, fast food'un slow food'dan daha fazla kabul gördüğü bir gelecek tahayyülü. Ama geçmişten izler de taşıyor: 'Sadecesuekle' adlı çalışması, 1950'lerin 'Sadece su ekle' sloganlı işlenmiş gıda hareketine ve 1960'lara dair uzay çağı tasavvurundaki kapsül yemeklere göndermeli. Yemeğe dair başka bir estetik, başka bir teknoloji, dolayısıyla da yemekle kurulacak bambaşka bir ilişki... Hayatın kolaylaşması evet ama ürkütmüyor da değil.
Şehirde yeşil: Ek-biç, ye-iç!
2. İstanbul Tasarım Bienali'nin ana mekânı olan Galata Özel Rum İlköğretim Okulu'na girdiğinizde, ilk kattan ufak bir dikey bahçeye çıkıyorsunuz. Yerden göğe doğru yükselen basamaklarda yüzlerce mini saksı, içlerinde de maydanozdan pazıya, dereotundan lahanaya, yemelik yeşillikler... Merkezi Londra olan Something & Son, 'Ek-Biç, Ye-İç' projesi kapsamında tasarladığı 'Yetiştirme Manifestosu'yla İstanbul'da kamuya açık bir bitki alanı, sizin de hemen oracıkta bir şey ekerek dahil olabileceğiniz aktif bir kent bahçesi tasarlamış. Bu kadar betonun arasında yeşil bir nefes, yoğun şehir ortamında yerel gıda üretme imkânı... 'Ek-Biç, Ye-İç' önümüzdeki aylarda Taksim'de hem bir çorba ve salata mekânı hem de mesela İstanbul'daki bostanların geleceği ve tohumların yayılması gibi meselelere kafa yoran, şehir hayatını daha katlanılır kılmaya yönelik bir alan olarak devam edecek. Hayırlı olsun diyelim.
Dana/kuzu yerine çekirge mi?
Bienalin beslenme alışkanlıklarına dair en çarpıcı işi bu: 'Lepsis: Çekirge Yetiştirme Sanatı'. Togo'da doğmuş, ABD'de yaşayan endüstri tasarımcısı Mansour Ourasanah, mutfak robotundan hallice bir alet tasarlamış: Böcek besleme ünitesi. Görüntüsü hiçbir mutfakta yadırganmayacak cinsten. Ama işlevi, yemek alışkanlıklarımızda fevkalade radikal bir değişikliğe yol açmaya yönelik: Bize evde besleyip büyüttüğümüz çekirgeleri yedirecek! Ourasanah'ın amacı, protein üretiminin global sonuçları üstüne tartışma başlatmak. Proteini ille de alışık olduğumuz büyükbaşlardan mı almak zorundayız? Halbuki çekirgeler hızlı büyüyor ve aynı miktarda protein üretmek için geleneksel et besiciliği elemanlarından çok daha az kaynak tüketiyor. Bu durumda dana/kuzu yerine çekirge olmaz mı yani? Harcıalem mutfak robotundan az büyük Lepsis'in nasıl kullanıldığını videoda izliyoruz. Besleme, hasat, yemleme, toplama, öldürme, pişirme. Her şey kontrol altında ve tıkır tıkır... Nihayetinde çekirgeler çekirdek gibi çitlenme aşamasına geliyor. Çiftlikten sofraya gelen yeni slow food çekirgeler olabilir mi, diye soruyorlar. Valla bilemiyoruz.