Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NUR ÇİNTAY

Gelenek, gelecek ve gurur

Prof. Hüsamettin Koçan'ın Bayburt'ta kurduğu Baksı Müzesi, '2014 Yılı Avrupa Konseyi Müze Ödülü'nü aldı. Geleneği geleceğe taşıyan bu müstesna müzeyle ne kadar gurur duysak az. Strasbourg'da '3G'nin zirvesindeydik!

6 NİSAN PAZAR
BAVUL HAZIRLARKEN AKLA DÜŞENLER
Bavul hazırlıyor, bir yandan da düşünüyorum: Biz Baksı'ya kaç kere gittik? O ikili gökkuşağını tekrar görebilecek miyim şu hayatta? Kavut çorbası, Çaşur mücveri, İrmir dolması; en lezzetlisi hangisiydi? E.A.'dan tamamlayıcı bir fırça-soru: "O ehramdan palto diktirecektin hani kendine, nerede?.." Siftahımız o yıl mıydı bu yıl mıydı diye konuşurken, Baksı Müzesi'ni kendi adımla beraber google'lıyor ve görüyorum ki tam 10 yıl olmuş! Radikal'deki yazımın başlığı "Baksı Müzesi mucizesi" ve tarihi de 21 Eylül 2004. Sanatçı ve hoca (Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi eski dekanı da olan) Hüsamettin Koçan'ın yıllar öncesine dayanan bir hayali var: Merkezin dışına bir müze kurmak. Ama öyle eski tip müze değil; daimi ilişki/iletişim/işbirliği içinde olunacak bir müze. Hüsamettin Koçan, Bayburtlu... Bayburt'un, eski adıyla Baksı (Kırgız Türkçesinde 'Şaman' anlamına geliyor), yeni adıyla Bayraktar köyünden. İstiyor ki, doğduğu topraklara umut götürsün. İstiyor ki memleketin en yoğun biçimde göç vermiş bu bölgesinin tükenmişliğine çare olsun. Nefes aldırsın. Geleneği geleceğe bağlasın, halkı tekrar üretmeye teşvik etsin, yöreye hareketbereket getirsin. Bunu da çok iyi bildiği sanat yoluyla yapsın. Baksı Müzesi'ni görmemiş birine anlatmak kolay değil. Çoruh nehrine bakan ve laf olsun diye demiyorum gerçekten nefes kesen bir tepede, doğayla alabildiğine bütünleşmiş bir mimari düşünün. Dağların devamı gibi kıvrılan bir bina... Ama bir o kadar da çarpıcı, sarsıcı, beklenmedik olsun. Ve üstten bakan, insana mesafeli müzecilik anlayışının tam tersine... Atölyeleriyle, konukeviyle, herkesi içine katan, paylaşan, beraber üreten bir zihniyet hayal edin. İnsana değer versin, emek versin, emeğini değerlendirsin. Müzenin konferans salonunda sırf eğitim toplantıları değil, düğün töreni de düzenlenebilsin mesela! Baksı Müzesi'ne birkaç kere daha gittik sonra: Güneşi pembe batırıp ayı turuncu doğurduk... Çoruh'ta rafting yaptık. Şakir Gökçebağ'ın enstalasyonuyla kağnının, Ömer Ali Kazma'nın videosuyla şifa taşının beraberliğine şaştık. Geleneksellikle çağdaşlığın, sanatla zanaatın nasıl da kol kola girebildiğini gördük. Arzu Kaprol ve Özlem Süer'in, yöre kadınlarının buradaki atölyelerde dokuduğu ehramdan yaptığı tasarımlara bayıldık. Engin Akın'la beraber kaybolmuş tatların peşine düştük; buranın baş tacı meyvesi kuşburnundan yapılmış pelteyi ama en çok da lor dolmasını unutamadık. Her defasında hayatın İstanbul'dan ibaret olmadığını hissettik. Ve Hüsamettin Koçan'ın bakış açısına, azmine, insan ilişkilerine, enerjisine hep hayran olduk. Bu defa Baksı yollarına değil, Baksı için yollara düşüyoruz. İlk buluşmamızın tam 10'uncu yılında aldığı ödüle şahitlik etmek için, Strasbourg yollarına...

7 NİSAN PAZARTESİ

BÜYÜKELÇİLİK'TEKİ DOLMALAR
Strasbourg'a gitmek için çok hayırlı ve havalı bir sebebimiz var: Baksı Müzesi, Avrupa Parlamenterler Meclisi tarafından verilen 2014 Yılı Avrupa Konseyi Müze Ödülü'nü teslim alacak. Ki Avrupa'nın en prestijli müze ödüllerinden biri bu. İçlerinde müzenin mimarı Sinan Genim, sponsor olan bir başka ünlü mimar Metin Kaşo, hukuk profesörü ve işkadını Esra Ekmekçi Çalıcıoğlu gibi isimlerin de olduğu Baksı dostları, devlet erkânı ve küçük bir gazeteci grubuyuz. İlk akşam Büyükelçi Rauf Engin Soysal ve eşinin resepsiyonundayız. Zeytinyağlı yaprak sarmalar, İstanbul'da bile kolay rastlanmayacak nefasette. Bizdeki çırpı kuşkonmazların yanında buradaki kalın beyaz kuşkonmazlar, adeta pırasa ebatında! Sefire Tülay Soysal, çok zarif bir piyanist... Son derece de tevazu sahibi; annesinin tavuk tarifini vermekten yüksünmüyor. Baksı'nın bu yılki ödülü alırken hangi müzelerle (toplam 37) rekabetten galip çıktığını buradaki sohbet esnasında öğreniyorum. Türkiye'den bile zorlu rakipleri varmış meğer. İstanbul Emirgan'daki Sakıp Sabancı Müzesi ile Orhan Pamuk'un Çukurcuma'daki Masumiyet Müzesi'ni sollamış Baksı Müzesi, düşünün! Bu çok acayip bir şey... Çok önemli bir şey... İstanbul'un kilometrelerce uzağında (Bayburt'a bile 40 küsur km mesafede) bir müze, Avrupa Konseyi Müze Ödülü'nü kazanıyor. Bölge turizmine potansiyel katkısı bir tarafa, farkın fark edilmesi, emeğin takdir edilmesi, çok değerli bir şey...

8 NİSAN SALI

ÖNYARGILARA DOĞRU YÜRÜMEK
Ödül töreni, Strasbourg'daki Palais Rohan'daydı. Çeşitli mühim insanlar vardı haliyle. Ödülü niye Baksı'ya verdiler, açıkladılar: Geleneksel kültürleri güncel hayat tarzlarıyla birleştiren konsepti, kültürel haklar konusundaki hassasiyeti, kültürel demokrasiyi tanıtması ve geniş bir kitlenin kültür-sanata erişimini sağlaması etkili olmuştu. Hüsamettin Koçan, son derece manalı bir konuşma yaptı. "Özetle Baksı Müzesi için anahtar kelimeler; periferi, sivil sürdürülebilirlik, üretim, göç, yabancılaşma, kültürel demokrasi, kadın, çocuk ve sanatçılardır" dedi en sonunda, "Bu kelimeler hayallerimizin üst başlıklarıdır. Doğası gereği çelişkilidir. Ancak izleğimiz insan öyküsüne, kenara itilmiş hayatlara, unutulanlara ve önyargılara doğru yürümek oldu. Sesimizi; geniş yolların patikalara tercih edildiği, merkezi söylemlerin her şeyi kuşattığı ana istasyon yerine, tenha bir kırsaldan insan vicdanına ulaşabilecek bir boşluğa bıraktık. Önyargıların yok edici baskısına karşılık, insan yanında olmayı seçtik."

9 NİSAN ÇARRŞAMBA

MİRO'NUN BRONZ HEYKELCİĞİ BAKSI'DA!
Avrupa Konseyi Müze Ödülü'nün sembolü, ünlü Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miro'nun 'Le Femme aux beaux seins' adlı bronz heykelciği. Bizim Tophane-i Amire'deki skandalın tersine, hakikisi tabii ki! Ödüle layık görülen müze, bu heykelciği bir yıl boyunca sergileme hakkını da kazanıyor. Baloncuklar ve mukavva kutu içinde bizimle seyahat etti, şimdi de Baksı'ya gidecek ve haziran ayında onun şerefine bir heykel sergisi açılacak Baksı Müzesi'nde. 15 ayrı heykel sanatçısının katılımıyla... Bekliyoruz.

10 NİSAN PERŞEMBE

KAZ CİĞERİ: BİR VİCDAN MUHASEBESİ
Denebilir ki, Gurman'a ne oldu? Pazarları sözü yeme içmeye bağlamıyor muyduk? Evet, öyle. Ama hem bu 'yurtdışı temaslar' yüzünden cumartesi yazısını yazamadık, hem de hep mide hep mide nereye kadar, arada zihni de beslemek lazım. Yine de âdet yerini bulsun: Şirin bir dekor şehir Strasbourg. Fransa sınırları içinde ama Alman etkisi de seziliyor, İsviçre'ye katsak yadırganmaz. Pasta evleriyle Amsterdam'ın ikizi, lakin saat 20:00 dedin mi hayat bitiyor! Kanalda tekneyle turistik gezinti, Petite France'daki küçük dükkânları tavaf... Çarşamba ve cumartesileri bitpazarı kuruluyor; şansıma kuzinesinin önünde kap kacağıyla bir mutfak bebeği düştü! Çikolata müzesi (Museum 'Les Secrets Du Chocolat'), bir de bira akademisi (Academie de la Biere) var ki meraklısına vaha. Görkemli katedralin oradaki sokaklar gurme dükkânlarla, butik çikolatacılar (Jeff de Bruges pek tatlı) ve "Allahım, aklıma mukayyet ol!" dedirten pastanelerle dolu (Naegel'de görselliğin yanında lezzet de beş yıldız). Bir de ah o şarküteriler! Yer gök foie gras yani kaz ciğeri (Georges Bruck, işin piri). Hüsamettin Koçan o kadar 'vicdan'dan bahsetmişken, "Bu, vicdanın ödülü" demişken... Nasıl yapıldığını düşünerek kaz ciğeri yenir mi, yenmez mi, işte size vicdan muhasebesi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA