12 AĞUSTOS PAZARTESİ
İpsala'dan hop diye: Ver elini Alexandroupolis
Cehalet, fena şey. Ben mesela, bilmiyordum bu kadar yakın olduğunu. Assos'a, Ayvalık'a gitmekten çok daha kısa sürdüğünü. Arabayla basıp birkaç günlüğüne kaçmanın bu denli imkan dahilinde olduğunu. İpsala'dan sınırdan çıktıktan sonra, Alexandroupolis çocuk oyuncağı. Hiç öyle uçak organizasyonuydu, havaalanı kalabalığıydı uğraşmadan, sabahın erken saatlerinde arabanın arkasına havluydu peştamaldı ataraktan, mayoları da içimize giyip sevinerekten yola koyulduk mu, hâlâ daha sabah saatleri bitmeden Makri'de suya girmek üzereyiz demektir. Makri'de deniz pırıl, yolun karşısında sıralanmış mütevazı lokantalarda, kahvelerde saatler geçer böyle bir ıslan bir kuru formülüyle. Yeter ki aylardan ağustos, günlerden pazar olmasın! Kalabalık, zorluyor. Akşam ne yapılacak? Alexandroupolis'te gezintiye çıkılacak ama şunu peşinen söyleyelim: Gece eğlenme hevesi olanın sonu hayal kırıklığı. Buranın akşamları trafiğe kapanan piyasa ve yürüyüş yolu, adeta bir geriatri servisinin ya da huzurevinin bahçesi. Yaş ortalamasının 120 olduğu birkaç çay bahçesi var. Dedeağaç ya buranın diğer adı, ağaçlar eksildiyse de dedeler tam kadro hayatta! Her dem dolu restoranların başında bir Ermeni lokantası geliyor. Menüsüne bakıyoruz: Ne topik, ne başka bir meze; sadece kebaplardan oluşuyor. Niye ki? Ermeni mutfağı denince ne zamandan beri sadece kebap anlaşılıyor? Dünyanın herhangi bir yerinde olabilecek onlarca kafenin sonunda, nihayet denizin üstünde çivit-beyaz ekoseli küçük bir balıkçı. Ve nihayet Yunanistan'da olduğumuzu anladığımız bir ilk çatal: Ilık füme uskumru. Adamlar yapıyor!
13 AĞUSTOS SALI
Neos Marmaras'ta bir çeşit yabani radika
Halkidiki, üç ayak. Arabayla dolaşırken okuma yazmayı söktüğü yıllara da yolculuk yapıyor insan; yol tabelalarının içinden çıkmak kolay değil. Buradan giderkenki ilk ayakta (Athos) manastırlar filan var, yerleşim yok. Ortadaki ayağın adı Sithonia. Güzel, yeşil bir doğa ve çeşit çeşit plajlar... Biz en bilindik kasaba Neos Marmaras'ın sahilinde kaldık. Güneşin mercan tonlarında batırıldığı, güzel denizli sakin bir yer. Birkaç ufak otelin olduğu sahilde toplam dört tane de lokanta dizili. Bembeyaz olanın gölgesi hoşumuza gitti diye oturalım dedik ve şansımıza ilk sezonunu geçiren şaşırtıcı özende bir butik lokanta çıktı. Adı Stamnagathi. Bir tür yabani radika. Daha önce Mykonos tecrübesi olan Giannis'le Despina'nın yeri. Menü az-öz. Ve köpük gibi öyle bir mücver yapıyorlar ki, gönül ister Türkiye'ye gelsinler, bütün ev kadınlarına (Ah! Asıl koca koca lokanta şeflerine!) yağ çekmemiş mücver yapmanın püf noktaları üstüne kurs versinler. Neos Marmaras'ın merkezi, bizim Bodrum merkezi mumla aratır biçimde çöp dükkânlarla dolu. Bir de fast food'cularla ve Ruslar için derikürk mağazalarıyla! Halkidiki'nin üçüncü ayağı olan Kassandra yarımadasına geçince iyice göreceğiz: Kürkçüler Ruslara, Ruslar kürkçülere doymuyor.
14 AĞUSTOS ÇARŞAMBA
Kassandra ayağında eski moda klip çekilir
Halkidiki'nin bize göre en sondaki Kassandra yarımadasına geçtiğinizde, ister Afitos'un ister Kallithea'nın sahiline gidin, camgöbeği bir kartpostal deniziyle karşılaşıyorsunuz. Klip fonu. Resim olarak enfes ama işlev olarak tartışılır... Nasıl bir deniz istiyorsunuz? Sıcak mı, serin mi? Sığ mı, derin mi? Kumlu mu, taşlı mı? Burası, 'a' şıkkını seçenlerin oyun parkı. Hep birlikte doldurup içine girdikleri devasa küvet. Sıcak, sığ, kumlu ve bu üç özelliğin sonucunda da haddinden fazla çocuklu. Ufuk çizgisinde bir adam görüyorsunuz ve aaa mayosu kırmızı! Herkes beline kadar suyun içinde sosyalleşiyor. Bakir bir sahile havlu atmadıysanız, renkli plaj görüntüleri garanti: Ne dehşetengiz dövmeler... Ne fantastik tırnaklar ('Nail art' bayağı çağdaş sanata girer, tırnak boyları üç santimlik kadınların vücutlarına yağ/krem sürme çabası kısa film olur!)... Ne çok erkek hâlâ slip mayo giyiyor... Hatta şöyle: Sanki bir rekabet var aralarında: Evrendeki en çirkin mayo bende! Aileler ve ailevi ilişkiler... Çakma Louis Vuitton'cu, gözlükçü, saatçi, parfümcü, takıcı... Ve bu zenci işportacılarla beyaz şezlong kadınları arasında gözümüzün önünde yeşeriveren fanteziler! Bunun üstüne bir tatlı yenmez mi? Buraların milli plaj tatlısı, donut. Tepsilerde, camekanlı tablalarda dolaşıyor: İster çikolatalı, ister marmelatlı...
15 AĞUSTOS PERŞEMBE
Birkaç Alaçatı evi + midye + sardalye = Afitos
Kallithea, Kriopighi, Polichrono, Pefkohori... Kassandra ayağının hangi durağında kalırsanız kalın, kürkçülerle bezeli küçük çarşılar ve albenisi olmayan lokantalardan kaçıp çok daha sevimli olan Afitos'a sığınılıyor akşamları. Burası Alaçatıvari birkaç taş evi, takı dükkanları ve sempatik lokantaları olan ufak bir yer. Bütün lokantalar üç aşağı beş yukarı aynı. Ama iz bırakan iki tabakla karşılaştık: 1. Set üstünde, denize yukarıdan bakan Exohiko'da midye. Dünyanın en basit ama en haşmetli yemeği: Midyeleri kabukları açılana kadar haşla, büyük bir tabağın içine hardallı sosun üstüne boşalt. Sonra ellerinle giriş. 2. Meydanın karşısında, gelenekselimsi duran manzarasız bahçe lokantasında ızgara sardalye. Ama kılçıkları tamamen alınmış ve arasına maydanoz döşenmiş biçimde. Ki Assos Ayvacık'taki Sarmaşık Yahya yapar bunu aynı nefasette.
16 AĞUSTOS CUMA
Thassos'ta Ajda, Tarkan ve Sunset!
Dönüşteyiz. Ağızda dağılan bademli un kurabiyeleriyle maruf Kavala yakınlarında Keramoti'den feribota bindik mi, bir saatin sonunda ayak basılan ada, Thassos. Burada adım başı denize girip ıslanma imkanı ve her zevke göre plaj mevcut. Biz adanın güneyinde Limenaria'da kalıyoruz. Adanın en iyi lokantalarından Limani burada, popüler plajlardan San Antonio Beach, Rosos Gremos Beach ve sabah sekizden itibaren felaket kalabalık olan Psili Ammos Beach, beşer dakika mesafede. İyi tatil demek, iyi bir denize iki adım mesafede iyi bir lokanta demek. San Antonio Beach'in denizi unutulmaz bir su değil belki ama Sea Breeze'in şezlongların arkasındaki restoranı müdavim eder. Zeki ve becerikli sahibesi, Sultanahmet'teki küçük otellere de Sunset'in menüsüne de benden daha hâkim. ABD'den getirdiği gurme sosları/acıları kullanıyor, çok iyi yemek çıkarıyor. Türklerin favori plajı Aliki. Biz önce aşağıladık tekneleri görünce, 'Beyaz Türkler, Göcek'lerini bulmuş burada, hah işte tamam!' diye ama Allah için hoş bir koy. Arada Ajda Pekkan ve Tarkan çalıyor! Skala Marion ufak bir balıkçı kasabası; bizim Urla'nın, Foça'nın yavrusu. Salaş balıkçı Armeno, taze balıklarıyla çok övünüyor. Zaten Yunanistan'da bu 'fresh fish' işine büyük ihtimam gösterilmekte. Bizde olsa hiçbir sakınca görmezler donmuşları kakalamakta (Hele turiste! Hele turistse!); buradaysa menüde bütün donmuş deniz mahsullerinin yanında bu yönde ibare yer alıyor. 'Bu yaz niye herkes Yunanistan'a akın etti?'nin bir cevabı da bu işte. Fiyat politikasıyla da, bu model hassasiyetleriyle de şımartıyor. Ama işte bir yandan da 'Yahu niye kendi memleketimde göz göre göre kazıklanıyorum ki ben?' diye isyana sevk ediyor. Ne şimdi bu: İyi komşuluk mu, kötü komşuluk mu?!