Özcan Deniz'in ne kadar geliştiğini ve değiştiğini görebilmek için çok da yanında ya da yakınında olmak gerekmiyor. O eski fotoğraflara bakmak yeterli... Sadece fotoğraflar mı? Dünyaya bakışı, kendine bakışı ve yaptığı işler... Hepsinde hep bir ilerisi, hep bir sonrası... Bu röportaj, o yolculuğun başından başladı, bugünlere kadar geldi. O kişisel serüven nerelerden geçti, nelerde durakladı ve nerelerde nasıl hız kazandı? Bütün bunları konuştuk. Ve bir de yıllardan sonra bulduğu aşkı; Mısırlı güzel Arwa ile buluşmasını...
* Sendeki bu şey, adı herneyse; gelişim ya da değişim... Yine de pek kabul edilemedi gibi. Yani hala kendini ifade etmeye çalışıyorsun, öyle değil mi?
Sürekli olarak kendini ifade etmeye çalışmak tabii ki çok acı bir şey. İnsanların senin yaptığın şeyleri anlayacağını, algılayabileceğini, hatta tebrik edileceğini düşünürken, karşılarına çıktığında sana soran gözlerle hatta garipseyen gözlerle baktıklarını hissediyorsun. Bir anda "Yanlış mı yapıyorum, doğrusu eskisi miydi?" düşünceleri arasında gidip geliyorum.
* Neden kabul edilemediğini ve şüpheli gözlerle bakıldığını çözebildin mi peki?
Bilmiyorum herhalde değişim ya da dediğiniz gibi gelişim.
* Gelişim mi, değişim mi?
Gelişim diyelim çünkü ben değişimi sevmiyorum. Ben evimin dekorasyonunu bile değiştirmem. Var olanı koruyarak bir şeyler eklerim. Diyelim ki, anneannenizden kalma bir eviniz var. O evde onun hatıraları yaşar, o evde koca bir geçmiş vardır. Bilindik şeyler vardır, sizin bildiğiniz bir doku, bir koku.. Ama gelgelelim çağdaş değildir. Siz de yeniden düzenlemeye karar verirsiniz. Ne yaparsınız? Anneannenizin duvardaki tablosuna dokunmazsınız ama alttaki duvar kağıdını değiştirirsiniz. Halıya dokunmazsınız ama üstüne yeni bir sehpa koyarsınız.
RİSK ALMADAN OLMUYOR
* Değişmedim, geliştim ve ruhumu korudum diyorsun...
Evet. İlk şöhret olduğum zamanki ruhum neyse ben oyum. Dün başka konuşup bugün başka konuşuyor değilim. Ama o yıllarda 20'li yaşlardaydım, çocuktum. Şimdi 32 yaşındayım. Aradaki yıllar tabii ki insanları değiştiriyor. Hal ve hareketlerin, vücut dilin, bakışların değişiyor. Yaptığın işi öğrendikçe orada da değişiyorsun.
* Çıkış noktana bakarsak-arabeskin ve de arabesk yaşamın tam da göbeği-orasıyla geldiğin yer arasında. Gerçekten büyük mesafe var. Bütün bu radikal değişimleri yaşarken aslında risk de aldın. Bunlar hesaplı adımlar mıydı?
Risk almadan olmuyor. "Hadi Hadi Meleğim" şarkısı da bir riskti. Kimsenin anlamayacağı bir soundu vardı. Darbukaların, teflerin gırla gittiği bir dönemde ben daha Avrupai bir alt yapı oluşturdum. Ama o albümde hükmüm sadece o parçaya geçti, diğerlerine karışamadım. Çünkü yapımcımın baskısı vardı. Ama o albümde de sadece o şarkı patladı. Ondan sonra bir çok arkadaşım arabesk-pop yapmaya başladı. O saate kadar yoktu böyle şeyler. İşte bu radikal bir adımdı benim için. Sonra dizi sektöründe oldu aynı şey. "Bir dizi çekeceğim ama o dizide şarkı söylemeyeceğim" diyerek, dizi çeken ilk bendim. İlk kez İstanbul dışına çıkan, Urfa'ya giden ve üç dört ay dönmeden bir sinemacı disipliniyle çalışan ben oldum. Ve öyküsünü ben yazdım. Ardından sinema sektörüne girerken ilk kez bir şarkıcı küpe taktı, saçını boyattı, son derece radikal ve cesur davrandı. Bu risklere girmeden bu virajları alamıyorsunuz.
* Hayata bakışında neler değişti?
Artık kendimden eminim. Bazı şeylere hakim olabildiğimi görüyorum. Yani artık İstanbul'u görüyorum. Ve galiba ufku açık bir pencereden bakıyorum her şeye. Artık daha geniş bir manzaram var.
FAKİRLİK EDEBİYATI YAPMAM
* Bu biraz da "Ben oldum" demek midir?
Yok öyle, oldum bittim yok. Aslında herkes bana bakarak, yaptım ve bittim zannediyor ama daha o kadar çok şey yapmam gerektiğini hissediyorum ki... Sabahlara kadar bilgisayar karşısında oturup yazıyorum. Yani bir şekilde kendimi ifade etme, içimdekileri aktarma duygusu var. Bir şeyleri zorunlu yapmakla, içinden gelenleri yapmak arasında ciddi fark var. Uzun süre benden istenilenleri yaptım, şimdi istediğim şeyleri yapıyorum. İşte o zaman işin içine ruh ve enerji giriyor ve bu da yaptığın işe yansıyor.
* Geçenlerde kadın mahkumlarla yapılmış bir röportajda bir şey dikkatimi çekti. Diyordu ki bir kadın, "Artık onu seyretmiyoruz çünkü çok burjuva oldu." Ne diyorsun?
Bir hayranım tarafından yanlış yorumlanmak beni üzdü. Fakat beni asıl üzen şey hala sanatçıların fakirlik edebiyatına inanılıyor olması. Yani ben gözle görülür bir kazancı olan, ayakları yere basan, güçlü bir adamken; benden zayıf, fakir, aciz bir adam olmamı istiyorlar. Ya da geçmişte yaşadığım acı günleri ısıtıp ısıtıp insanlara anlatmamı... Bundan rant elde etmek eski bir taktiktir. Taktiktir diyorum çünkü gerçek değildir. Milyon dolarlık evlerde oturup, son model arabalara binerken sürekli mağduru oynamak bir taktiktir. Diyelim ki bunları yaptım. İnandırıcı olur muyum? Ya da "Ben hiç değişmedim hala köyden geldiğim gibiyim" demek doğru mu? Ayrıca şimdi bulunduğum yer acısız, tatlı şerbet gibi bir yer değil. Tek fark hayatın gerçekleriyle birlikte yaşamaya alışmış olmam. Çektiğim dizilerle beni nasıl yorumlayabilirler ki? Onlar insanlar izlesin diye yapılmış yalan hikayeler. Ben de orada oyuncu olarak görevimi yapıyorum.
* Okuyabilseydin hayatında neler değişirdi?
Şimdi yaptıklarım daha erken gelişirdi. Başka bir meslekte de olabilirdim. Bildiğim hangi işi yaparsam yapayım, o işi iyice kavramadan, bütün detaylarıyla öğrenmeden peşini bırakmazdım. Bu arada itiraf edeyim, ben geç öğrenirim. Çok geç öğrenirim...
* Niye?
Biraz aptal bir adamım galiba, çok geç öğreniyorum. Ama öğrendiğim şeyi de o hızlı öğrenenden daha iyi kavrıyorum. Örneğin, bu aralar bilgisayarla boğuşuyorum. Ama eminim ileri de bir hacker gibi kullanacağım. Sadece biraz uzun sürecek.
* Bir dibe vurma dönemi yaşanmıştı. Almanya'dan Türkiye'ye dönmek için uçak bileti alacak paran bile yoktu. İnsan bu kadar iniş ve çıkışlar yaşayınca nasıl bir ruh haline bürünüyor? Özellikle şöhretliysen...
Ben şöhreti yaşamıyorum. Oldukça mütevazı, kendine has bir dünyam var. Ailemle, arkadaşlarımla küçük bir dünyada yaşıyorum. Şöhretin getirdiği nimetlerden pek yararlanmıyorum. Sadece taksi çağırırken işe yarıyor.
* Nedir o faydalanamadıkların?
Mesela şımarmak. Şımarmak bizim konumumuzdaki insanların hakkı. Çünkü müthiş bir ilgi görüyorsun. Onun dışında parayı deli gibi harcayabilirsin. Ben daha dün refaha kavuşmuş birinin evinde, altın varaklı eşyaları çok gördüm. Bunları yapmam. Çünkü evinden o eşyalar gittiğinde içine düşebileceğin bunalımı ben biliyorum. Yaşamamak lazım bunları. Ben markete giriyorum, insanlar görüyor, şaşırıyor. Onlar yokmuş gibi davranıyorum. İnsanlar bana şöhret olduğumu hissetirmedikleri sürece ben hissetmem.
* İnsanın kendini bu duruma kaptırması çok mu tehlikeli?
Evet. Benim salonum hala döşenmemiştir mesela. Döşemiyorum. Hala eski duyguları hissetmek istiyorum; özgürlük, ferahlık, sadelik. Yani bir gün her şey bitse de, gitse de bir şey değişmeyecek. Belki sadece oturduğum evin manzarası değişebilir. Onu anlatmaya çalışıyorum. Çünkü o sözünü ettiğiniz Almanya döneminden biraz önce İtalya'dan bir yemek masası getirtmiştim. Çok havalı bir şeydi. Sonra satmak zorunda kaldım.
* Yani o şımarıklık mıydı ?
Evet şımarıklıktı. Sandalyeleri ile birlikte 25 bin dolarlık bir masaydı. Çok büyük bir paraydı. Sonra ekonomik krize girdim ve o masayı sattım. İnsan yemek masasını satar mı? Önce ikişer ikişer sandalyeleri satmaya başladım, sonra masayı da satmak zorunda kaldım. Sonra bunalıma girdim; canım eve girmek istemedi.
* Peki bunlara kendini çok kaptırırsan nereye gider ?
Kötü bir yere gitmez. Kaptırmaya hakkım da var ama burası Türkiye. Her an her şey elinden gidebiliyor. Bunlar bir gün gidebilir diye düşünüyorum her zaman.
* Aslında derin bir korku var. Kaybetmenin, unutulma ihtimalinin her zaman olabileceğini biliyorsun ama geri dönmemek için de bütün silahlarınla savaşıyorsun.
Doğrudur. Ama döndüğüm zaman beni bunalıma sokmasın diye, evime 25 bin dolarlık yemek masası almıyorum.
DİBE VURDUM, ÇIKTIM
* Maddi anlamda çıkardığın dersler dışında o dönem hangi tecrübeleri yaşattı sana?
Allah'a şükürler olsun, derin izler bırakan şeyler yaşanmadı. Sadece terbiye edici şeyler yaşandı. Örneğin, o dönemde yaşadığım ilişki iyice yara almıştı. Dibe vurunca gerçek yüzleri daha iyi görmeye başlıyorsun. Ve bu tecrübe nedeniyle 4- 5 yıl boyunca düzenli bir ilişkim olmadı.
* Yani dibe vurunca kaçanlar çoğalıyor, öyle mi?
Dibe vurduğunuz zaman sizi ayakta tutan nedir? İlişkiniz, aileniz, arkadaşlarınız... Herkesin uzaklaştığını görüyorsunuz. Buna ailenizin bazı fertleri de dahil. Artık size yaklaşmak isteyenleri anlıyorsunuz, çözüyorsunuz. Bu anlamda terbiye oluyorsunuz. O dönem benim gerçekleri görmeme neden oldu. Aslında o dönemin benzerini askerden geldikten sonra yaşadım. Yani dibe vurmak konusunda tecrübesiz değilim.
* Seni kullanmayacak bir kadın arıyorsun. Biz magazinciler biliriz ki, bir dönemler sen de hızlı yaşadın. Sen de kadınları kullanmadın mı?
Arada kulandım, kullanmak zorundayım. Ama her gelene de kapım açık değildi. Yani o konuda biraz tutucuyum. Beni etkilemesi gerekiyor. Tabii o zamanlar daha özgür yaşıyordum. Ertesi günü düşünmeden birlikte olduğumuz insanlar oldu tabii. Ama şimdi her şey değişti.
* Nedir bu? Şöhretliyim ve istediğim herkesi elde edebilirim duygusu mu?
Ben o durumları şöhret oldum diye yaşamadım. Şöhret olmasaydım da bu hep aynı dozda olurdu. Hep öyleydi. Almanya'da yaşadığım dönemde de kasıp kavuruyordum oraları.
* Kadınların ilgisi sanırım giderek arttı, özellikle son birkaç yılda...
Hayran kitlesi genelde kadınlardan oluşur. Bu bütün dünyada böyle. Hiçbir erkek bir ünlünün kapısına gidip kapısını çalmaz. Ya cesaret etmez ya da tenezzül etmez. Ama kadınlar o alana giriyor ve girmekten de çekinmiyor. Tacizini yapıyor, sahneye fırlıyor, kulisine giriyor, evine geliyor... Ulaşmak için bütün enerjisini ortaya koyuyor.
* Evin zili çok çalıyormuş ve zili kaldırmışsın öyle mi?
Evet çok çalıyordu. Açmasam da 10 kez, 20 kez zile basıyorlardı. Sonunda zili söktürdüm. Şimdi sadece kameralar var.