20'li yaşlarda tatil anlayışı; "Hadi kızlar nereye gidiyoruz? (akıyoruz, yürüyoruz, nerenin suyunu çıkarıyoruz)".
Önce alışverişe tabii ki. Otelde, plajda, beach partilerinde, balıkçıda, barda şık olmak önemli. Bunun bikinisi var, bikini üstü elbisesi var, halhalı var, şahmeranı var, şahmeranın ele takılanı, ayağa takılanı ayrı ayrı var. Elbette 'beach party kızı' versiyonun var. E hepsine göre çantası var, terliği var. Hadi alışveriş bitti, e selülitin var. Göbek eritmesi var, sıkılaştırıcı kremi var, açlığı var, diyeti var.
Sürekli bir kaygısındasın çünkü 'nasıl göründüğün' (görünüldüğün) en, en, en önemlisi.
Gidilen yerde mutlaka karşı cinsten beğenilen birileri olacak (eskisi, yenisi, ihtimallisi, imkânsızı...), mutlaka göz süzülecek, ille de dikkat çekilecek.
Konu bu zaten; dikkat çekmek! Yeter ki gidilen yer popüler olsun, kalabalık olsun, arkadaşlar olsun, eğlence olsun ve dönüşte kızlarla saatlerce dedikodusu yapılabilecek kıvamda olsun.
Etlerimizi marine edelim
30'ların başında yaz tatilinin kod adı; denge. Sevgili varsa, biraz romantizm biraz eğlence. Hep baş başa kalsan; "ne o öyle emekli gibi." Hızını alamayıp bekâr eğlencesine dadanılsa; sevgiliyle kavga üstüne kavga garantisi. O yüzden biraz ondan, biraz bundan tatiller. Bekârsan yine kızlarla iki ters bir yüz şeklinde dinlenme günleri üstü az Bodrum- Çeşme halleri.
35 ve devamı ise şöyle; Aman ses etmeyin! Bulaşmayın! Çıt çıkmasın, kuşlar cıvıldasın, güzel yemek, doğa, manzara olsun. Börtümü böceğimi, kitabımı, şarabımı, iki laf edip güleceğim arkadaşımı verin ve ipimi öylece salın.
Evet! 35'ten sonra bol bol salınmak istiyor insan. Kendini bağladığı ne varsa koparmak... Mecburi eylemlere kıl oluyor insan, 'her şeyi bırakıp gidesim var' titreşimli öyle derinden bir isyanla yoğruluyor.
Neyse, biliyorsunuz siz
Tatil demek; şehirde kasılmaktan sımsıkı olmuş etlerini marine etmek demek. Düşünmemek, hesaplamamak, yetişmeye çalışmamak, anlık kararlar almak ve bu kararları "tavla mı oynasak okey mi?" ciddiyetinden taşırmamak.
Aslında tatil demek; derin bir nefes almak demek, sağa sola bakıp gülümsemek, saatlerce aynı sandalyede oturup sıkılmamak, buz gibi bir bardak limonatayla hayata "ohh be" çekmek, okuduğun kitabı satır satır yudumlamak, aramamak, sormamak sadece olanla memnuniyeti yakalamak...
Telefonunu kısacaksın!
Memnuniyet demişken, hem çalışıp, hem gezebilmek gibi arkadaşlarımı gıcık eden bir durumum var. Bilgisayarım işim, aldım mı kolumun altına, her yer ofisim. Ayıptır yazması ama bugün sizlere Datça'dan, zeytin ağaçlarının altından seslenmekteyim.
Hafta başında "İstanbul İstanbul olalı hiç görmedi böyle sıcak" çığlıklarıyla önce Bördübet'e kondum şimdi Datça'nın Mesudiye Köyü'ndeyim.
Özetle, son derece mesudum. Önce deliriyorsun, şehir canına tak ediyor, biletini alıyorsun, Dalaman'a uçakla iniyorsun, arabayla bir buçuk saat sonra Bördübet Golden Key'desin.
Kuşlar, tavşanlar, kuğular, ördekler, ağaçlar, ormanlar, yeşiller içindesin. Sen, doğa ve nefis yemeklerden başka bi'şey yok. Eğlence, hareket arıyorsan yanlış yerdesin, dön geri. Kitabımı okurum, ufuklara bakarım, günbatımının dibine vururum, bünyeyi topraklarım diyorsan, tebrikler, merkezindesin.
Ama öyle kolay değil, buraların hakkını vereceksin. Diyelim cep telefonunun sesini kısmayı, böcek ısırıklarını göğüsleyeceksin. Durmanın ağırlığını kuş gibi hafifliğe çevirmeyi bileceksin. Ve dinlemeyi ve susmayı ve beklememeyi, bakmayı.
Sonra ver elini Datça. Mesudiye Köyü... Devamı salıya...