Size kötü bir haberim var. Hayır, yarın başlamayacaksınız. Yarın diye bi'şey yok. Yarına ertelenen her şey ömrümüzün sonuna kadar ertelenmeye mahkûm. Ya da tamamlanmamaya, yarım kalmaya.
Test ettik, onayladık gördük. 35'i de devirdik. Yarına bırakılan niyetler, dilekler, hedefler hep yarında sırasını bekliyor.
Ne bunlar mesela? Yazılacak kitaplar, yaratılacak eserler, müzikler, resimler, yeni kurulacak işler, sağlığımızla ilgili faydalı eylemler... Diyelim kilo vermek, diyelim şekeri kesmek, spora başlamak...
Ruhani gelişimlere eğilmek, her türlü eğitim, kötü huylarımızı değiştirmek, bağımlılıklarımızdan kurtulmak, evlenmek, çocuk yapmak gibi gibi...
Siz de "Tam yaratacağım, tam başlayacağım, tam kolları sıvayacağım ki kal geliyor" diyorsanız, oyalanmalara doymuyorsanız, direncinizle tanışmanızın zamanı gelmiş demektir.
Peki nedir bu direnç?
Özetle yaşadığımız (süründüğümüz, sürdürdüğümüz, pek de memnun olmadığımız) hayat ile hayallerimizin, aslımızın hayatı arasındaki engel.
Birkaç yıl önce tanıştım Steven Pressfield'in 'Yaratma Savaşı' kitabı ile. O gün bugün başucumda. Ne zaman ipleri üşengeçliğe, ertelemeye, vazgeçmeye, pes etmeye, korkaklığa versem açıp okuyorum. 'Sen Bihter Ziyagilsin kendine gel' tarzı sallayıp çalkalıyorum kendimi.
Bizde olanı hayata geçirememek en büyük can sıkıntısı değil mi? Erteledikçe küsüyoruz, kızıyoruz, acıyoruz kendimize. Bahane bulmak kolay. Hastalanırsın, kötü bir telefon gelir ya da o telefon hiç gelmez, kavga edersin, ruh sağlığın bozuktur, şimdi zordur ya zordur, sonradır hep.
İşte sonraya kalmış ne varsa sebebi dirençtir. Direnç sinsidir, görevini iyi yapar, pes etmez, negatiftir. Henry Fonda'nın 75 yaşında bile her sahneye çıkarken istifra ettiğini biliyor muydunuz?
İnsanı en çok yapamadıkları üzüyor, canını acıtıyor, içini darlıyor son tahlilde diyor ve direncinizle savaşmak istiyorsanız size 'Yaratma Savaşı'nı öneriyorum. Kitap yeni kapağıyla Okuyanus Yayınevi'nden tekrar kitapçılarda.