Dünyanın en zengin işadamlarından Meksikalı Carlos Slim kişilerin mutluluğu için şöyle bir formülle çıkagelmiş; haftada üç gün çalışılsın, dört gün tatil edilsin. Dünyanın en zengin adamlarından birinden 'çalış, daha çok çalış, en çok çalış, nefes alma, durma, işin hayatın olsun' gibi öneriler duysak şaşırmazdık çünkü modern insanın 'başarıdan' anladığı bu.
Carlos Slim'in haftalık üç iş, dört tatil günü formülünün sebebi ne peki? Şu; Emekli olduktan sonra değil hemen şimdi kişilerin daha çok eğlenebilmesi ve aileleriyle vakit geçirebilmesinin gerekliliği. Daha çok çalışmak değil, yaşam kalitesini yükseltmekmiş esas olan.
Peki yaşam kalitemizi neler yükseltir sizce? İlk yoklamada karşımıza çıkan 'stressizlik' tabii ki. Stresle arana koyduğun mesafe kadar mutlusun hiç kuşkusuz. Sonra sevdiğin şeyleri yapabilmek, mecburiyetleri kısabilmek, sevmek, sevildiğini hissetmek, güven, eğlence, müzik, yaratıcılık içeren uğraşlar, spor, aşk.... tabii tüm bunlara geçebilmek için senin yaşam kaliteni yükseltecek şartlarda ve topraklarda yaşaman gerek. İyi de nerdeeee?
Kitap okurken dikkatini çeken ve seni düşünmeye iten satırların altını çizmek faydalı bir hareket. Her satırı hatırlayamadığın için günler, aylar, yıllar sonra o kitabı tekrar eline aldığında, çizdiğin yerlere göz atıp bilgileri tazeleyebiliyor hatta o zamandan bu zamana kendi fikir ve duygu dünyandaki değişiklikleri araklayabiliyorsun.
İsmet Özel'in 'Ve'l-Asr' kitabını tekrar karıştırırken tam da üzerine çokça kafa yorduğum konudan satırlar çıktı karşıma.
'... Bir şeyler düşünüyor, sonunda düşündüklerinizin, duygularınızla eşgüdüm halinde bulunmadığını fark ediyorsunuz. Aklınız bir yerde, gönlünüz başka yerde. Sorumluluğunu hissederek yaptığınız işlerden zevk almıyorsunuz... Mecburen yaptıklarınız, isteyerek yaptıklarınız değil. Yapmak istediklerinize mecbur olmadığınızı kabullenerek yaşıyorsunuz...'
Hayatını profesyonel bir işletmeci ustalığıyla planlayan, ayarlayan, fiksleyen, virajlar aldıran, ipini salan-tutan, kolayca şekil aldıranların dünyasına hoş geldik. Şöyle oturabiliriz. Çay mı, kahve mi, ne içeriz?
Modern dünyada yeri olmayan yegane şey; toz kaldırmaya sebep olan duygular.
Çocuksu desenler, Mickeyli, oyuncaklı kıyafetler modaymış. Kadınlarımız yaşlarına bakmadan giymekte sakınca görmüyorlar. 'Moda insanın hissettiğini giymesidir' tamamen içi boş bir teselli, yalan yahu yalan.
Moda neyse ille de o giyilecek arkadaş. Gerçekten öyle mi? Emin miyiz? Mesela bana Mickey'li kazak giymiş 40 yaşındaki kadın görüntüsü komik geliyor, biraz da hüzünlü.
Ya koca kazık olup yatağında oyuncaklarla, ayıcıklarla, bebeklerle pozlar verip sosyal medyada paylaşan kadınları nereye koyacağız? Onlara ne ilaç bulacağız?
Müziğin sesi açılacak mı? Eğlence vicdan azabıyla el ele yürümekten kurtulacak mı? Baştan aşağı güzel, kaygısız, endişesiz, isyansız, öfkesiz bir gün geçirmek nasip olacak mı? Yoksa bundan sonra stilimiz böyle kalacak mı?
O zaman herkese, iyi pazarlar.