Eh yaş otuzu geçince anne olmak ya da olmamak meselesi kızlar arasında sık sık konuşuluyor.
İyi yürüyen bir ilişkisi olsa da dünyanın en ruh hastası adamına aşık olsa da ortada ilişki kalmayacak biçimde ayrılmış olsa da hepsi şu noktada birleşiyor; çocuk doğuracaksam bütün sorumluluğu yüklenmeyi göze almalıyım.
Neden?
Çünkü kadınların çoğu günümüz erkeklerine güvenmiyor.
Çünkü kadınların çoğu güvensiz, kavgalı, annelerinin idare etme sistemiyle dönen, kan kusulup "yok canııımmm kızılcık şerbeti içtik" vallahi denen ailelerde büyüdü.
Çünkü şehirli ve çalışan kadınlar "kendimden başka kimsem yok" psikolojisiyle daima en kötü senaryoları yazmayı öğrendi.
Ve çünkü ilişkilerin yüzde doksan dokuzunda sadece ilişildi, kimse kimseyi esaslı biçimde anlayamadı, algılayamadı. Evlilik içinde doğmuş çocuklar bile babaların evden uzamasıyla anneye kaldı.
Aile, bağlılık, sadakat, anlayış, vicdan kavramları dibe vurdu.
Günün sonunda kadınların elinde hem anne hem baba olma şıkkı vardı.
Ben de her çocuksuz kadın gibi soruyorum kendime. Böyle bir şey başıma gelse ne isterim, ne yaparım diye.
Yaşadığım ve gördüğüm şeylere rağmen hala aileye inandığımı söylemek isterim öncelikle.
Ve bununla beraber çocuğun sadece anneye ait olmadığını, babanın da isteğinin önemli olduğunu.
Sevgilim çocuk istemezse onu zorlayamam ki.
Babanın söz hakkı yok mu? Bence olmalı.
Haaa şimdi kalkıp "Ben bu çocuğu tek başıma yapmadım herhalde" girişiyle başka cümleler de kurabiliriz ama kurmuyoruz.
"Çocuk sevildiğini ve istendiğini bilmeli. Çocuk sağlıklı ve mutlu bir aile ortamında büyümeli. İlk masaya yatırılması gereken bunlardır" diyoruz.
Babasız kızların, babasız erkeklerin hayat içinde ne kadar eksik hissettiklerini biliyoruz. Kolay değil.
Tek başına anne olmak da değil.
Hazır hissetmeden baba olmak da.
Sonuna kadar direneceğimi düşünüyorum bu konuda ama bunlar bugünkü fikrim, gün gelir ben de katılabilirim bekar anneler kervanına.
İnsanın dilediğiyle başına gelen aynı şey olmuyor çoğunlukla.