Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SOLİ ÖZEL

Çarşaf etmek

Robert Redford ve Jane Fonda'nın başrollerini paylaştığı sıradan bir film vardı, Electric Horseman (Elektrik Binici). Bir büyük şirketin reklam faaliyetlerinde kullanılan geçmişin şampiyonlarından bir atın binicisi, ata sürekli uyuşturucu verildiği için onu kaçırır. Sonunda da özgürlüğüne kavuşturur. Bu kriz yaşanırken şirketin en üst düzey yöneticisi "Atı yönetmeyi beceremezsek şirketi yönetemiyoruz" der. AB'nin yaptığı budur. Türkiye dosyasını yönetemediği için aslında kendi geleceğini de yönetememektedir.
Türkiye'yi dışlayan bir AB'nin dünya siyasetinde söyleyecek sözü yoktur. Sonuçta dünya, biranın nasıl üretileceğine dair koyulan katı kurallara değil AB'nin dünya düzeni içinde nasıl bir rol oynayabileceğine bakarak birliği ciddiye alacaktır. Bugünkü haliyle AB'nin kolayca ciddiye alınacak bir durumda olduğunu söylemek pek kolay sayılmaz. Sonuçta AB bir yandan Kıbrıs Rumlarına, diğer yandan da küçük siyasi hesaplarla hareket eden popülist politikacılara rehin edilmiş durumda. Bunu dünyanın da böyle gördüğüne ve Birlik'ten ciddi bir siyasi tavır bekleyemediğine şüphe yok.

Sorunun odağı Almanya
Kıbrıs Rumlarının bugünkü siyasetleriyle adanın bölünmesini perçinlediği ortada. Rumların bu gerçeği göremeyecek kadar duygusal hareket ettiği de... Fransa'daki seçimin, Hollanda'daki sıkıntıların ve Avusturya'daki hücrelere sinmiş bazı reflekslerin Türkiye'ye yönelik husumette rol oynadığı belli. AB'nin önemli ülkelerindeki bazı liderlerin Türkiye'yi istememe nedenlerini stratejik bir bakışa veya iyi düşünülmüş bir perspektife oturtmak zor. Ancak burada asıl sorunun Almanya'dan kaynaklandığını da görmek gerekir.
Christopher Caldwell'in altını çizdiği gibi Almanya'da "önemli bazı milletvekilleri ve Edmund Stoiber Türkiye ile müzakerelerde tüm başlıkların askıya alınmasını teklif etti. Şansölye Merkel, Fransa'dan gelen müzakerelerin 18 ay askıya alınması fikrine sıcak bakıyor." Fransa'daki Cumhurbaşkanlığı adaylarından Sarkozy'nin küstahlığı da ortada. Dünyanın ve özellikle de Ortadoğu'nun bugünkü konjonktüründe Türkiye'yi dışlamanın AB'ye vereceği zararı görmeyenlerden herhalde birileri günün birinde hesap da soracaktır. Belli ki bugün Türkiye'ye karşı hayli küstah bir tavır ve söylem geliştirenler Lüksemburg zirvesi ardından gelen kopmadan AB'nin ne ölçüde rahatsız olduğunu da unutmuşlar.

Havlu atan biz olmamalıyız
Komisyon'un bulduğu formüllerin bazılarının Türkiye'yi kollama amacı güttüğüne inanılsa bile müzakere başlıklarının kapanmasının da limanlar şartına bağlanması kabul edilebilecek bir durum değil. Sonuçta eğer Aralık zirvelerinde ortak siyasi irade farklı yönde çıkmazsa AB Türkiye'ye sert, haksız ve olumsuz bir mesaj vermiş olacak. Bunun yalnızca Türkiye açısından sıkıntı yaratacağını da düşünmemek gerek.
Türkiye, AB üyeliği konusunda havlu atan taraf olmamalı. Önümüzdeki yıl AB ile ilişkiler fiilen veya resmen askıya alınmış olabilir. O durumda dahi Türkiye bugüne dek attığı demokratikleşme adımlardan geriye düşmez, reformlarını sürdürür ve özellikle de ekonomisini doğru yönetmeyi becerirse 2008'e varıldığında eli güçlenmiş olacaktır. Buradaki kritik mesele Türkiye'de reform düşmanlarının vereceği mücadelenin sertleşmesinin yaratacağı gerilimdir.
AB Komisyonu'nun tavsiyelerine aynen uyar ya da Sarkozy'nin perspektifine uygun şekilde koşulları ağırlaştırırsa siyasi basiretsizliğini tekrar cümle aleme göstermiş olacaktır. Türkiye'ye düşen AB'yi de içine düştüğü yanlıştan kurtarmak olmalıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA