Dünya âlem Suriye'de olup bitenleri pürdikkat izlerken, ABD'den AB'ye küresel güçler Suriye ve Türkiye'yle görüşmek için sıraya girerken, bizdeki muhalefet süreci karalar bağlayarak izliyor. Medyasının ve aydınlarının hâli pürmelalleri de hiç iyi değil. Sanki iktidarını kaybeden Esad ve yandaşları değil de onlar. Bu durum, kaygı taşıyan bir ruh hâlinden çok siyasi bir çöküşün fotoğrafı...
Ama ne yazık ki bu fotoğraf uzun yıllardır hiç değişmiyor. CHP ve ilişkili olduğu bütün muhalif kesimler, siyasetçisinden gazetecisine, sanatçısından aydınına yıllardır aynı "karalar bağlama" hâlinden bıkmadı. Bu Türkiye'nin en büyük talihsizliği.
Hiçbiri de olup bitenlerden sonra, ders almak gibi bir çaba içinde olmadı. Geriye dönüp bakın, son 20 yılda Başkan Erdoğan ne dediyse bu kesimler tersini söyledi ve AK Parti ne yaptıysa karşı çıkıldı.
Köprülerden, otobanlardan, Togg'dan, İHA ve SİHA gibi altyapı ve sanayi yatırımlarından vazgeçtim, siyaseten bu ülkeyi normalleştirme adımlarına bile destek verilmedi. Çözüm süreçlerini ve Alevi açılımını sabote etmek için ellerinden geleni yaptılar, hatta TRT Kürdi'nin açılmasına bile burun kıvırdılar; yetmedi ipleri okyanus ötesinde olan yeni Gadyo FETÖ'nün bütün girişimlerine arka çıkıp destek verdiler.
Darbelerden, terör örgütlerinin saldırılarından medet umdular. İktidarı zora sokmak için çalmadıkları kapı, şikâyet etmedikleri devlet kalmadı. İşi öyle rezil bir noktaya vardırdılar ki, ABD'nin besleyip büyüttüğü ve aparat olarak kullandığı DEAŞ'ı bahane edip bu ülkenin başbakanının "Lahey'de yargılanması"nı istediler.
Kimse de dönüp "Biz ne yaptık?" diye sorgulamadı. Sonunda 6'lı, 7'li masalar kurarak en ırkçısı ile terör destekçisi partileri bir araya getirip siyasetin en paçoz örneğine imza attılar, "Aramızda kalsın, kazanıyoruz" yalanlarıyla siyaseti kirlettiler... Üstelik bu paçoz ittifakı, bizzat kerli ferli aydınlar dünyaya "büyük konsensüs" olarak sundu.
Bu tablo iç siyaset açısından çok da şaşırtıcı değildi. Çünkü CHP siyaseti, 1950'den beri hep karşıtlık üzerine kurulu. Köprülere, barajlara o zaman da karşıydılar. Ne Kürt meselesi konuşulabilirdi ne de dindarların yaşadığı sorunlar. Ama bir tek dış politikada durum farklıydı.
İşte bugünün CHP'si ve aydınlarının çuvalladıkları yer de tam burasıydı. Rahmetli Deniz Baykal'dan sonra CHP ne Türkiye'nin iç değişimini anladı ne de dış politika yürüyüşünü. Bu aslında bilinçli bir tercihti. CHP, iktidarın dış politikada attığı her adıma itiraz etti. "Suriye'de ne işimiz var?" yaklaşımıyla başlayan CHP siyaseti, hızını alamadı, Libya ve Somali'ye sahip çıkan, Ukrayna-Rusya savaşında "barışçı" rolüyle tahıl koridorunu açan ve Gazze'de siyonist soykırıma itirazıyla vicdanları harekete geçiren dış politika hamlelerinin hepsine karşı çıktı. Sonunda gele gele, "Mavi Vatan masal" noktasına geldi.
Her şey bir yana CHP; 30 yıl sonra küresel güçlerin kilitlediği Karabağ meselesini Türkiye'nin çözmesine bile "doğru" demedi. Şimdi aynı şeyi başından beri negatif baktığı Suriye meselesinde daha çok görüyoruz.
Yakın geçmişte hatalar ve eleştiriler olabilir, ama eğer bugün Suriye'de bir halk devrimi yaşanıyorsa buna en büyük katkıyı milyonlarca Suriyeliye sahip çıkan Türkiye verdi ve sahiplenmesi de doğaldır. Ama ne yazık ki CHP bunu bile Türkiye'yi yöneten, bedel ödeyen AK Parti'ye çok görüyor. Hâlâ attığı hiçbir adımı doğru bulmuyor.
Doğrusu ne diyeceğini şaşıran CHP Genel Başkanı Özgür Özel'i, sözcülerini veya karalar bağlayan CHP'li gazetecileri izlediğimde aklıma hep rahmetli Sadri Alışık'ın o ünlü repliği geliyor:
"Bu da mı gol değil be? Adaletine, insanlığına kurban olayım hâkim bey, bu da mı gol değil?"