Suriye'de 12 gün içinde öyle bir halk devrimi oldu ki, en düşmanca yaklaşanlar bile -bizdeki Baasçılar hariç- saygıyla şapka çıkardı. Çünkü sadece hızlı ve kansız olmasıyla değil, sabırla hazırlanılması, kucaklayıcılığı, siyaset dili ve haklılığıyla da övgü alan, dikkat çeken bir devrimdi. Hayata nasıl geçeceğini zaman gösterecek ama bu devrimi anlamlı kılan başka özellikler de var.
En önemlisi de sarsıcı bir toplumsal dalga olarak bölgedeki dikta rejimlerine karşı başlayan Arap Baharı'nı kışa çeviren küresel ve bölgesel güçlere bir cevap olmasıydı.
Birbiriyle düşman o güçler hiç tereddüt etmeden o dalgayı tersine çevirmek için işbirliği yaptı ve bölge halklarına derin acılar yaşattı. Bir yanda ABD'nin başını çektiği Batı Bloku ve onlarla birlikte hareket eden BAE ile Suudi Arabistan, diğer yanda Rusya ve İran ekseni, halkların değil diktatörlerin ayakta kalması için ellerinden geleni yaptı.
Ya Mısır'daki gibi diktatör Mübarek gönderilip yerine darbeci Sisi getirildi ya da Suriye'deki Baas diktatörü Esad'ın yıkılmaması için her türlü destek verildi.
İKİ YALNIZ ÜLKE: TÜRKİYE VE KATAR
Bu küresel ve bölgesel hatta karşı sadece iki ülke direndi: Türkiye ve Katar... Türkiye destek vermesiydi Katar bile düşecekti. Bölge halkları katledilirken, bu iki ülke de derin kuşatmaya alındı. Geri adım attırmak için darbe dâhil her türlü yöntem denendi. Özellikle Türkiye ve lideri Başkan Erdoğan bütün saldırılara karşı direndi. Hem devrime sahip çıktı hem de zulümden kaçan halklara kucak açtı, sahiplendi. Siyaseten yalnız kalma pahasına geri adım atmadı. Hatırlayın o günleri, bugün MİT Başkanı olan İbrahim Kalın 2013 yılında, "Hükümet dış politikada yalnız kaldı" eleştirilerine "Bu değerli yalnızlık" diye cevap vermiş ve çok eleştirilmiş, hatta Batıcılar kendi akıllarınca dalga bile geçmişti.
Bir de dönüp bugüne bakın...
Bir süredir yıldızı yükselen Türkiye, Suriye devrimi sonrası dünyanın önemli merkezlerinin yüzünü döndüğü bir ülke oldu. Türkiye'nin bu insani ve adaletli duruşu karşısında, yıkılan diktatörler ve içerideki birkaç "ucuz" siyasetçi dışında derin saygı duymayan küresel ve bölgesel aktör yok gibi... İşte bu, o "değerli yalnızlık" siyasetinin bir sonucu.
SON 35 YILIN EN ÖNEMLİ GELİŞMESİ
Yaşarken tarih yazmak tam da böyle bir şey... Olayların sıcaklığı devam ettiği için henüz farkında değiliz ama Suriye'deki halk devrimi sadece bir Suriye devrimi değil, çok daha fazlası. Bu yüzden Prof. Dr. Şener Aktürk, Fokus artı dergisinde, "Suriye Devrimi"ni bir dönüm noktası olarak niteliyor ve çok daha fazlasına dair şu tarihi notu düşüyor:
"Suriye'de Esed rejiminin devrilmesi ve muhaliflerin başkent Şam dâhil Halep, Hama, Humus gibi ülkenin en büyük şehirlerine hâkim olması, 21. yüzyılın ilk çeyreğinin en önemli siyasi gelişmesi olarak değerlendirdiğim Arap Baharı sürecinde, en azından son on yılın en önemli dönüm noktasıdır. İkincisi, eğer muhaliflerin zaferi önümüzdeki yıllarda kalıcı hâle gelir ve özgür Suriye istikrara kavuşarak gelişirse, bu gelişme Türkiye'nin dış politikası ve büyük stratejisi açısından en azından Sovyetler Birliği'nin çöküşünden bu yana son 35 yılın en olumlu gelişmesi olarak değerlendirilebilir. Üçüncüsü, eğer özgür ve yeni Suriye'nin gelişmesinde birincil müttefik Türkiye olmaya devam eder ve Türkiye ile Suriye arasında siyasi, ekonomik ve kültürel işbirliği ve dahi entegrasyon artarak devam ederse, bu Türkiye açısından son yüzyılın en büyük siyasi başarısına dönüşebilir."
Herhalde "Suriye'de, Libya'da, Karabağ'da ne işimiz var?" diyenlere bundan iyi cevap olamaz.