Suriye'de 61 yıllık Baas diktatörlüğü yıkıldı. Suriye halkına derin acılar yaşatan rejimin son temsilcisi diktatör Beşar Esad da kaçtı. Artık yeni bir Suriye var. Nasıl bir yönetim kurulacağını, ilham kaynağının Lübnanlaşma mı, üç parçalı Irak mı yoksa laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti mi olacağını bir süre sonra göreceğiz. Belki de kendilerine özgü yeni bir tecrübe üretilecek. Aslında başta ABD olmak üzere bütün Batılı güçler, 12 yıl önce de sırf AK Parti ilham kaynağı olmasın diye bölgeyi iç savaşlara ve darbelere sürüklemişti. Bu bölgesel "böl ve yönet" siyasetinin bir ayağında Rusya ve İran vardı. Onlar da dâhil hiçbiri 12 yıl boyunca Suriye iç savaşını durdurmak için bir çözüm önermedi, hatta tam aksine hepsi Esad diktatörünün ömrünü uzatmak için çaba harcadı.
Kimi milisleriyle dehşet saçtı, kimi varil bombalarıyla şehirleri yerle bir etti, kimi de iç savaşı körüklemek için DEAŞ ve PKK-YPG benzeri terör örgütleriyle iş tuttu. Farklı davranan tek ülke Türkiye'ydi.
Türkiye hem milyonlarca Suriyeliye kucak açtı hem de Suriye içinde İdlib ve çevresine sıkıştırılan 4-6 milyon insanın nefes almasını sağladı. Bunun bedelini de ekonomik olarak ve terör saldırılarıyla ağır ödedi. İçeride göçmenler üzerinden iç savaş kışkırtıcılığı bile yapıldı. Ama Türkiye pes etmedi, şehitler vermek pahasına direndi.
Bu arada bir şey daha yaptı; İdlib'i yöneten başta HTŞ olmak üzere terör yapılarının "makulleşmesi" için ciddi çaba harcadı. Bunun için sadece Şam'da Colani ile MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın Emevi Camii fotoğrafına bakmak yeterli. İşte dünyanın dikkat ve ilgiyle izlediği bugünkü Suriye fotoğrafı bu sürecin bir ürünü.
Buraya kolay gelinmedi ama bundan sonrası da kolay olmayacak. Başta Heyet Tahrir'üş Şam (HTŞ), bileşenleri ve Suriye Milli Ordusu olmak üzere Suriye muhalefetini zor ve tarihi günler bekliyor. İşleri hiç kolay değil; kaybedenler, tarihin yanlış tarafında duranların süreci sabote etmek için yapmayacakları şey yok.
Bu fırsatı kollayanların ilk sırasında da ABD-İsrail ve destekledikleri PKK-YPG hattı geliyor. Bugünlerin en sıcak gündeminde de onlar var. Dışarıda Batı blokunun, içeride CHP'nin "seküler güç" ilan edip güzellemeler yaptığı, destek verdiği bu yapı, tam 12 yıl önce fırsatçı davranarak "Rojava'da devrim" yaptıklarını zannetti. Oysa bin yıllık Türk-Kürt ittifakını tehlikeye atan bir tercihti bu. Bunu da açıkça ABD'yi seçerek yaptılar.
Ne yazık ki Türkiye içindeki uzantıları da bundan hiç rahatsız olmadı. Dönemin HDP eşbaşkanlarından Selahattin Demirtaş, Rojava devrimini göklere çıkartırken, Figen Yüksekdağ daha da ileri gitti ve siyasi bir utanca imza attı: "Biz sırtımızı YPJ'ye, YPG'ye ve PYD'ye yaslıyoruz."
HDP ya da DEM geleneği siyaset üretip onlara örnek olacağına ABD destekli YPG'yi örnek aldılar.
AYNELARAB PARANTEZİ KAPANIYOR MU?
Peki 10 yıl sonra nereye gelindi? Çözüm süreci heba edildiği gibi bugün emperyalizm destekli "Rojova devrimi" de hayal oldu. Baksanıza geriye bir tek; o devrimin sanal simgesi Kobani, yani Aynelarab parantezinin kapanıp kapanmayacağı kaldı. Çünkü Türkiye'ye kaçmak zorunda kalan 200 bini aşkın Kobanili Kürt de dönmek istiyor.Bu gerçeğe Öcalan daha o günlerde dikkat çekmişti: "Kobani'de durum kötü, iki yüz bin Kobanili kaçmış. Bu durumda ne yapabilirlerdi? Ya kaçacaklardı ya da intihar edeceklerdi. Ben bir mektup yazmıştım. Kandil'in kuru bir kütükten farkı yok."
Öcalan'ın deyimiyle "kuru kütükler" hâlâ şu beklenti içinde: Acaba Suriye'de ABD dayatmasıyla özerk bir bölge veya federasyon olabilir mi? Bu beklentiye Başkan Erdoğan, "Suriye'de PKK'ya da DEAŞ'a da yer yok" diye cevap verirken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan hedefi çok net anlatıyordu: "Ya YPG kendini fesheder ya da feshedilirler, yok olurlar."
Suriye'nin yeni yönetiminin en etkili isim Ahmet eş Şara, yani Colani'nin cevabı da farklı değildi: "Her birimiz haklarımızı yasalar çerçevesinde elde edeceğiz. Bundan sonra Kürtler üzerinde bir zulüm kalmayacak."
Son soru şu: Peki bu tabloya bir süredir görüşülmesi beklenen Öcalan yeni ne cevap verecek? Yarın devam edelim...