Bugün Gazze'de İsrail'in yaptığı katliamların 100 yılı da aşan bir geçmişi var. 7 Ekim sadece bir bahane. İşin arkasında İngiliz mandacılığıyla başlayan işgal ve katliam süreci var. Sadece Filistin'i değil bütün bir coğrafyayı İngilizler öyle bölüp parçaladı ki, hiçbir halk huzur içinde yaşayamadı. Türkiye'nin bölgeyle bağını kopardıkları gibi Arapları da birbirine düşman devletlere ayırdılar. Arap'ı Türk'e, Kürt'ü Fars'a, hatta hepsini birden bölgede yaşayan Hıristiyan halklara düşman edecek nifak tohumları daha o zaman atıldı.
İçimizdeki "Batıcılar" da dâhil hepsi sanki her şey Hamas'ın 7 Ekim saldırısıyla başladığı yalanına sarılıyor. Oysa bütün bu kirli hesapların arkasında dün de bugün de emperyalist bir akıl var. Daha dün Irak'ı nasıl yalanlarla işgal ettikleri unutulmadı.
Şu gerçek de çok açık: ABD ve İngiltere bugüne kadar el attıkları hiçbir sorunu çözmedi, hatta bilinçli bir biçimde çözümsüz bıraktı. Bunun son örneği de Karabağ'dı.
İlk örneklerinden biri de "vaat edilmiş topraklar" içinde gösterilen Kıbrıs'tı. Bu mesele Kıbrıs'ın garantör ülkesi Türkiye'nin 1974'teki Barış Harekâtı'nın üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen çözülmedi. Başta İngiltere olmak üzere Batı Bloku, çözüme yönelik her adımı sabote etti.
Daha vahimi, Kıbrıs'ta en büyük askeri üsse sahip İngiltere, sorunun çatışmaya dönüşmesini bizzat örgütledi. 6-7 Eylül kışkırtmaları dâhil her olayda İngiliz parmağı vardı.
Şu sıralarda Türkiye'nin dış dünyaya sesini ileten TRT World'ü izliyorum. İngilizce yayın yapan TRT World, özellikle Filistin-İsrail savaşında İsrail'in Gazze'deki vahşetini bütün çıplaklığıyla dünyaya duyururken, buna paralel dünyadaki sorunlu alanlarla ilgili gerçekleri de ekrana taşıyor. Gazeteci Bora Bayraktar'ın yönetimindeki TRT World, bu açıdan ilk adımı, "Ukrayna Savaş Günlükleri" belgeseliyle attı ve TRT dünyanın en prestijli Uluslararası Emmy Ödülü'nü kazandı. Şimdi sırada "Kıbrıs Belgeseli" var.
Birkaç gün önce bu belgeselin birinci bölümünü izledim. Ayrıntısına girmeyeceğim; o belgeselde konuşan 1941 Lefkoşa doğumlu Kıbrıs Türkü Metin Aybars, emperyalizm üzerine yazılan onlarca kitabın ortaya koyduğu gerçeği birkaç cümleyle anlatıyor:
"Enosis olacak dedikleri zaman Rumlar adaya gemiyle kaçak silah getirmişti. O zaman İngiliz yönetimi var tabii. Abdullah Çavuş isimli bir Türk de bu gemiyi ihbar etti. Birkaç gün sonra da öldürüldü. İngiliz hükümeti böl-parçala-yönet taktiğini çok güzel yapıyor.
Bu olaydan sonra İngiliz kalktı, Türkleri güvenlik görevlisi olarak almaya başladı. Bir öğretmen ayda 15 bin lira alırken, komandolara 50 bin lira veriyordu. Bizde de işsizlik, parasızlık, biraz da silah sevgisi nedeniyle çok insan başvurdu. Tabii İngiliz askeri Rumlara ses çıkarmıyor, baskı yapmıyordu. Bizim komandoları öne sürüyordu. Bu sefer de 'Vay efendim Türkler saldırdı' demeye başladılar. Halbuki onlar İngilizlere çalışıyordu. Böyle böyle ayda bir iki Türk öldürüldü. Biz protesto etmeye, saldırmaya, Rumlar da Türk polislerini düşman gibi görmeye başladı. Böylece işler kızıştı."
Gördüğünüz gibi Kıbrıs'ta basit gibi görünen bu kirli oyun aslında her yerde aynen oynandı. Halklar arasında sıcak bir ilişki olmasa da öldürme yoktu ama İngilizler ölümü devreye sokarak halkları düşmanlaştırdı ve kendi üslerini sağlama aldı.
Dünya halklarının gözünü açan Gazze'deki katliamdan sonra bu küresel tezgâhı sürdürmek hiç kolay olmayacak.