Seçim günü yaklaştıkça taraflar da netleşiyor. Beklenen ilk adımı, HDP-Yeşil Sol Parti Eşbaşkanı Mithat Sancar, Kemal Kılıçdaroğlu'na açık destek vereceklerini açıklayarak attı.
"İmdat" diye feryat eden PKK ve FETÖ, o desteği günler öncesinden açıklamıştı zaten.
Kervana son günlerde İstanbul sermayesi de katıldı. Dikkatinizi çekmiştir, hükümetin yerli otomobili, Karadeniz doğalgazı veya Akkuyu Nükleer Santrali gibi büyük hamleleriyle ilgilenmeyen TÜSİAD'çıları bugünlerde otel lobilerinde Kılıçdaroğlu'nun yanında görüyoruz.
Tablonun dış ayağı da tamam... ABD ve AB'nin siyasi aktörleri de medyası da sabahtan akşama kadar "Acaba Kılıçdaroğlu kazanır mı?" kaygısıyla yatıp kalkıyor. Müthiş bir telaş içindeler.
Medyaları cepheden saldırırken, siyasi aktörleri de hiç tereddüt etmeden Kılıçdaroğlu'na destek vereceklerini söylüyor.
CIA ajanlarından, FETÖ hayranı meczuplardan söz etmiyorum.
Başta ABD Başkanı Biden olmak üzere Batı Bloku'nun önde gelen siyasi aktörleri de "Erdoğan gitmeli" derdinde.
Bu yüzden Kılıçdaroğlu'na içerideki Batıcılar ile dışarıdaki Batılılar övgüler düzüyor, selam gönderiyor.
Peki, bunu niye yapıyorlar?
Önceki gün gazeteci Gürbüz Evren, AB Komisyonu'nun önemli isimlerinden biriyle konuştuğunu ve kayda aldığını yazdı. Bugünlere ışık tutması açısından ibretle okunması gereken bir röportaj bu...
AB Komiseri hiç sakınmadan, bugün Türkiye'nin izlediği bütün dış politikanın değişeceğini söylüyor.
En somutundan başlayalım:
Suriye'nin kuzeyini işgal eden, orada IŞİD'e karşı kahramanca savaşan güçlere (PKK/YPG demek istiyor) saldıran Türk ordusu durdurulmalıdır.
Türkiye, komşuları Yunanistan ve Ermenistan için net bir tehdittir.
Rusya'yla ilişki kesilmeli, Avrupa Birliği'nin uyguladığı ambargo uygulanmalı. (Sahi tahıl koridoru, Akkuyu Nükleer Santrali ne olacak? Herhalde Akkuyu'yu kapatma görevi de çok isteyen Akşener'e verilir.)
AB Komiseri, Erdoğan'ın Karabağ Savaşı'nda oynadığı role de, Azerbaycan'a verilen desteğe de karşı çıkıyor. Hatta Erdoğan'ı uyarmak için Avrupa Birliği'nin 2 önemli ülkesinin büyükelçilerinin girişimlerde bulunduğunu, ancak randevu alamadıklarını söylüyor.
Doğu Akdeniz'de de, Türkiye'nin Libya ile yaptığı deniz sınırı anlaşmasında da Erdoğan'ın Brüksel'in uyarılarına kulak tıkadığını, "Mavi Vatan"ın ise tahrik için ortaya atılmış saçma bir kavram olduğunu söylüyor.
Anlayacağınız, Türkiye için hayati önemi olan ne varsa AB Komiseri için sorun. Ama o şuna inanıyor:
"Tüm bu sorunlar Türkiye'de yönetim değişince bitecek."
Buna neden bu kadar inanıyor?
Sorunun cevabı Yedili Masa'nın adayı Kılıçdaroğlu'nun söylediklerinde saklı...
Suriye tezkeresine karşı çıkıp, "evet" diyenleri Cumhuriyet'e ihanetle suçlamadı mı?
Libya'da, Doğu Akdeniz'de "Ne işimiz var" demedi mi?
Dış politika danışmanı Ünal Çeviköz, Karabağ savaşında Türkiye'nin desteğine karşı çıkıp, "cihatçılar" gönderiliyor diye dünyaya şikâyet etmedi mi?
Özetle Kılıçdaroğlu, "Dış politika 180 derece değişecek" diyerek onlara güvence verdi.
AB Komiseri de bunlardan farklı bir şey beklemiyor...
Şimdi söyleyin, Batılılar Kılıçdaroğlu'nu mu sevsin yoksa dik duran, meydan okuyan ve onlara rağmen siyaset üreten Erdoğan'ı mı?
Bu konuda adamlar net ve kararlı... Burada garip olansa adamların bu kadar açık konuşmalarına ve Kılıçdaroğlu'nun da açık açık "180 derece değiştireceğim" demesine rağmen, Gürbüz Evren dâhil birçok gazetecinin, aydının ve siyasetçinin iktidarın değişmesi durumunda "dış politikanın" değişmeyeceğine inanmaları.
Buna saflık deyip geçebilir miyiz?