Batı medyası önce, Türkiye'deki 2023 seçimlerini "dünyanın en önemli" seçimi ilan edip, "Batılı liderler seçimleri diken üstünde izleyecek" diye yazdı. Ama durmadılar, aynı kapağı 6 yıl sonra yapma rezilliğine bile imza attılar.
Sonrası malum, İsveç'teki bir faşistin Kuran yakma eylemi geldi ve ABD ilk işaretini 27 Ocak'ta verdi:
"Sık gidilen yerler ve ibadethanelerden uzak durun..."
Tabii içeride ve dışarıdaki "dostları" da bu yalanlara inandı ki uyarıya ABD'nin "demokratik kuklası" ülkeler de katıldı.
Geçmişte olduğu gibi Batı bir kez daha topyekûn harekete geçiyordu.
Başkan Erdoğan da o hareketi gördü ve rest çekti:
"Yeni bir meydana okumaya hazırlanıyoruz."
Meydan okumanın altını da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu doldurdu:
"3-4 gündür DEAŞ üzerinden 60 milyon turist hedefini koyduğumuz bir günde Türkiye'de yeni bir psikolojik harp başlatmanın eşiğini oluşturmuşlardır."
Bu operasyon, Batı'nın yıllardır Türkiye'ye kurduğu tuzakların bir benzeriydi ve Türkiye artık bu numaraları yutmuyordu:
"Onlar Türkiye'yi de dizayn edebileceklerini zannediyorlardı ama bir adam oyunlarını bozdu: Recep Tayyip Erdoğan... Amerikan büyükelçisine buradan söylüyorum. Hangi gazetecilere yazı yazdırdığınızı biliyorum. Pis ellerini Türkiye'nin üzerinden çek. Neleri yaptırdığınızı, hangi adımları attırdığınızı, Türkiye'yi nasıl karıştırmak istediğinizi net bir şekilde biliyorum."
Gördüğünüz gibi artık kartlar gizli kapaklı değil açık oynanıyor. ABD derin aklının, dört bir koldan harekete geçerek seçim sürecini sabote etmenin hesabını yaptığı çok açık. Hatırlarsanız, ABD Başkanı Biden, 2020'de şöyle diyordu:
"Başkan seçilirsem Erdoğan'ı darbeyle değil seçimle devireceğim, muhalefete destek vereceğim."
Peki, Biden muhalefete nasıl destek verecekti?
Herhalde sadece Rifkin'lerle veya "Aferin" bekleyen beceriksiz siyasetçilerle yetinmeyecek.
Daha önce de yazdım, ABD yenilediği gayri nizami harp yöntemiyle Türkiye'yi karıştırmaya, uyuyan hücreleri harekete geçirmeye çalışıyor. Bakan Soylu da bu nedenle "psikolojik harp"ten söz etti.
Büyük ihtimalle de şu sıralarda Türkiye'de çok sayıda "casus" ve "uyuyan hücre" bu işlerle meşgul. Kimi işadamı, kimi gazeteci, kimi sivil toplum temsilcisi kılığında, kimi de PKK, FETÖ veya DEAŞ kılığında. Siyasetçiler ve bürokratlardan devşirilenleri de saymıyorum.
Yakın tarihimiz bunun onlarca örneğiyle dolu. Bu topraklar çok sayıda casus ve kışkırtıcı gördü. İngilizlerin gizli servis ajanı James Bond'u yazan Ian Fleming bile 5-7 Eylül kışkırtmasının yaşandığı gün İstanbul'da "gazetecilik" yapıyordu. Benzerlerini 12 Eylül öncesinde, 90'larda, en son Gezi kalkışması ve 15 Temmuz darbe ve işgal girişiminde de gördük. Ama herhalde bu kirli oyunun sonuna geldik ki, artık koca küresel güç ABD, kendisinin terör örgütü ilan ettiği örgütlerle bile açıktan ittifak yapar oldu. Bu "demokratik dünya" adına utanç verici ama çok daha utanç verici olan onlardan "aferin" almaya çalışanların hâlâ "siyasetçi" görülmeleri.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz