Dün, 15 Temmuz demokrasi bayramının 6'ncı yılı kutlandı. Şehit yakınları, gaziler konuştu; Başkan Erdoğan, İstanbul Saraçhane'de milyonlara 15 Temmuz'un neden darbeler tarihinin sembolü olduğunu anlattı.
Anmalar sadece bundan ibaret değildi, Meclis'ten ülkenin en ücra köşesine, hatta yurtdışındaki temsilciliklere kadar her yerde 15 Temmuz direnişi ve gelecek kuşaklara etkisi anlatıldı. Gün boyu haber televizyonlarını da izledim.
Başta A Haber olmak üzere birçok haber kanalı, o gece neler yaşandığını hem görüntüler hem de tanıklarıyla ekrana taşıdı. Siyasi analizler yapıldı.
Ara ara dönüp CHP'nin yayın organı Halk TV'ye de baktım. 15 Temmuz'dan, o darbe ve işgal girişimine çıplak bedenleriyle direnen halktan, şehit yakınlarından, gazilerden hiç söz edilmedi. Bazı konuklu programlarda "darbe" denilerek tartışılması bile ilgimi çekti. Onlarda da her darbe sözünden sonra "ama" deniliyor veya "Kumpas, Ergenekon, Balyoz davaları" hatırlatılıyor ya da "Devlet o gecenin bütün görüntülerini neden yayınlamıyor?" gibi o geceye gölge düşürecek açıklamalar yapılıyordu.
Amaçları da, tarihimizde ilk kez bir siyasi liderin, Başkan Erdoğan'ın darbelere karşı duruşunu gizlemek ve yine tarihimizde ilk kez büyük çoğunluğu muhafazakâr-dindar halkın destansı direnişini görmemekti.
Allah'tan artık hiçbiri, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun halkın destansı direnişini kirletmek için uydurduğu "kontrollü darbe" kavramını kullanmıyor. Ancak darbeyi kimin durdurduğunu, çıplak bedenleriyle tanklara karşı kimlerin direndiğini söylemeye de dilleri varmıyor. O yüzden de böylesine tarihi bir direnişi anmak akıllarına gelmiyor.
Geçmiş darbelerin çoğuna verdikleri desteği, zaman zaman cuntalara selam yollayan "Ordu-millet el ele" çağrılarını, hatta 15 Temmuz gecesi kadeh tokuşturanları, alkışlayanları unutturmak için ısrarla hep aynı şey söyleniyor: "O gece çok acı yaşandı ama hâlâ cevabı aranan sorular var. En başta da siyasi ayağı ortaya çıkartılmadı."
Bu siyasi ayak meselesi son 6 yılda çok tartışıldı. 15 Temmuz'u sahiplenemeyenler bunu tartışarak işi başka mecralara çekmeye çalışıyor. Oysa bir Gladyo örgütü olan FETÖ'nün öncelikli hedefi, askeri ve sivil bürokrasiyi ele geçirmekti. Ama bu siyasetle başından beri ilişki kurmadıkları anlamına gelmiyor.
Sadece güçlendikleri son dönemde değil yıllar önceden kurulan siyasi ilişkileri var ve bir kısmı da hâlâ örtülü devam ed-i yor. Arşivler ortada, rahmetli Özal'dan Ecevit'e, Demirel'den Abdullah Gül'e, Tansu Çiller'den İsmail Cem'e geçmişte hepsiyle yakın ilişki kurulmuştu. Cumhurbaşkanlarından, bakanlardan, hatta eski genelkurmay başkanlarından bile destek aldılar. Özel mektuplar verildi.
Bunları nereye koyacağız?
FETÖ elebaşı Gülen'in sosyal medyada çok dolaşan bir videosu var. Herkes açıp izleyebilir. O videoda Gülen, "Bülent Ecevit, zirvedeyken Ankara'da da, İstanbul'da da evine gittim. Yemin ederim size ceketinin düğmelerini ilikleyerek beni karşıladı" dedikten sonra şöyle bir cümle kuruyor: "Bir arkadaşımız yanına sık sık gidip geliyor, ismini vermeyeceğim, başına bir iş açılmasın."
Gördüğünüz gibi FETÖ, daha o yıllarda Ecevit'le ilişkiyi sürdürecek "mahrem imam" bile atamış.
O tarihlerde, hatta AK Parti'nin ilk yıllarında siyasilerin, "eğitime destek" gibi bir gerekçeleri vardı. Peki, 7 Şubat MİT kumpası ve 17-25 Aralık yargı darbesiyle "gerçek yüzü" ortaya çıkan FETÖ ile siyasi ilişki kurup ittifak yapanlara ne diyeceğiz?
Bu gerçeği sorgulamayanların, 15 Temmuz direnişine samimiyetle sahip çıkmayanların "siyasi ayak" arayışı sadece bir bahane...
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz