Aslında yeni bir tartışma değil, son bir iki yıldır bazı siyasi aktörler ve yargı mensupları ısrarla Başkan Erdoğan'ın 2023 seçimlerine "3. kez" aday olacağı gerekçesiyle katılamayacağını iddia ediyor.
Tıpkı 367 garabeti gibi... Olur ya, ABD ve taşeronlarıyla yapılan ittifak başarısız olursa böyle bir yol da var.
Türkiye'de darbeci zihniyet bu kirli akıldan hiç vazgeçmedi. Siyaset üretmek yerine hep kumpas üretti, yasalarda açık kapı aradı.
O kapıyı arayanlardan biri de siyasi tarihimize 367 garabeti olarak geçen yargı operasyonunun mimarı eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu.
Kanadoğlu tam bir yıl önce şöyle diyordu:
"Cumhurbaşkanı'nın 2014'te ve 2018'de seçilmesinden sonra bir daha aday olması sadece TBMM'nin herhangi bir şekilde seçimin yenilenmesine karar vermesi halinde mümkün. Onun dışında bu mümkün değil."
Son günlerde bu uyduruk yaklaşıma başlangıçta karşı çıkan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da katıldı:
"Eğer seçim normal zamanında yapılırsa Erdoğan üçüncü kez aday olamaz. Benim kastım Meclis'in erken seçim kararı alması halinde Erdoğan'ın üçüncü kez adaylığına bir engel olmadığıdır. Yoksa zamanında seçim yapılırsa aday olmasına Anayasa engeldir."
Gel de şaşırma... Peki, Kılıçdaroğlu bu noktaya neden geldi? Bu tipik bir CHP tavrı mı yoksa ittifak içinde bir çatlak mı var?
Bu sorunun cevabı yakında ortaya çıkar ama daha vahim olan CHP içinde bile bu konuda bir anlaşmanın olmaması. Neredeyse aynı günlerde, CHP'nin parasal ve siyasi ilişkilerini yönlendiren isimlerden biri olan başdanışman Erdoğan Toprak bambaşka bir şey söylüyordu.
"Bu siyasi mühendislik tuzağına düşülmemeli. Durup dururken, ortada bir tartışma yokken bu nasıl gündeme geldi? Bu bir tuzak. Bu tartışmaya girmemek lazım."
Olacak şey mi? Genel başkanı "Anayasa hükmü" diyor, başdanışmanı "tuzak"tan söz ediyor. Sahi bu durumdaki bir CHP, ittifak yaptığı 6 partiyle anlaşıp Türkiye'yi yönetebilir mi?
İşin doğrusu CHP ne kadar değiştiğini söylerse söylesin, değişmeyen bir yanı var; bir türlü vesayetçi düşünme biçiminden kurtulamıyor. Bu yüzden de ya siyaset mühendisliği yapıyor ya da dönüp dolaşıp Kanadoğlu gibi vesayetçi yargı mensuplarının akıl hocalığına sığınıyor.
O Kanadoğlu ki, 12 Mart'tan 12 Eylül'e, 28 Şubat'tan 28 Nisan e-muhtıra ve 367 garabetine uzanan son 50 yılın her karesinde var ve her dönemin adamı.
Bir süre önce bu köşede Uğur Mumcu'nun ağabeyi Ceyhan Mumcu, 2001'de Umut Operasyonu sonrası açılan Mumcu davasıyla ilgili şöyle diyordu:
"O davaların bozulmasını ve uzamasını sağlayan da dönemin Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun ekibiydi."
Kanadoğlu ile ilgili ve sol açısından çarpıcı bir başka bilgiyi de Oral Çalışlar yazdı.
Çalışlar, 28 Şubat döneminin ünlü Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun Cumhuriyet gazetesinde çıkan ve 12 Mart askeri darbe döneminde, Tokat'ın Niksar ilçesi Kızıldere köyünde Mahir Çayan ve 9 arkadaşının öldürülmesine tanık olduğunu anlattığı sözlerine değinerek şöyle diyordu:
"Türkiye'de yargının en üst makamına gelmiş bir hukukçunun bir kontrgerilla operasyonuna tanık olması ilginç. 12 Mart askeri darbesi döneminde yaşananları, özellikle tanık olduğu Kızıldere katliamını sorgulaması gerekmez mi?"
Bu tablo aynı zamanda CHP'nin neden 70 yıldır iktidar olamadığının da göstergesi.